ruhumun derinliklerinde gezinirken üzeri tozlanmış, kapalı kalmış değerli bir taşa değdi ayağım... cezbedici güzelliği karşısında etkilendim. bu tesadüfi buluşma bana aslında onu ne zaman kaybettiğimi, ışığının nasıl da önce azalıp sonra sadece bir kaç demete dönüştüğünü hatırlattı. üzerindeki tozları hızla ve hevesle temizledim. eski parlaklığına erişmesi uzun sürmedi, ışıldamaya başladı ve her yeri aydınlatmaya...
aydınlık gözlerimi kamaştırdı. var olan ama karanlıktan göremediğim bazı keyifli anılarım coşkuyla zihnime aktı. hatırladıklarım tamamıyla bana ait, isteklerim, ideallerim, nefret ettiklerim, sınırlarım, kabul edilmezlerim, tabularım, esnekliklerim, hayallerimdi. ne güzelmiş diye düşündüm potansiyelini gerçekleştirmemiş birey olabilmek, tüm sosyal statülerden sıyrılıp benliğini hürce yaşayabilmek.
hayatın bize dayattıklarına, unutturmaya çalıştıklarına inat herkes içindeki o mücevheri hisseder. onu tekrar bulduğumuzda artık içimizde parıldayan o ışıkla farklı oluruz. hayatımızın kalanında bir daha aynı karanlığa gömülmek değil, aydınlıkta kalmaktır arzumuz. ancak dengeler girer işin içine, hassas bir terazi gibidir hayat... bir yerden verirken payımızdan fazlasını, başka bir yerden almaktır yasası.
orta yaşta sorumluluk-özgürlük çıkmazında yaşadığımız bu yenilenmeye bazıları orta yaş bunalımı, bazıları menopoz, bazıları andropoz, bazıları kırk azması diye dursun. gerçek olan her yaşta içimizdeki ışığa sıkı sıkı sarılmak, ruhumuzun pencerelerini sonuna kadar açık tutup, yaşanmışlıklarımızın değil henüz yaşayamadıklarımızın tutkusunu en derinlerde hissetmektir. akıp giden zamana kafa tutup benliğimizin efendisi olabilmektir.
not: görseller pascal campion. bu aralar bana çok iyi geliyor.