Quantcast
Channel: Anne Kaleminden
Viewing all 432 articles
Browse latest View live

Anna Karenina

$
0
0
ANNA KARENİNA | ANKARA DT
2 perde | 2 saat 20 dakika
Yazan : LEV NİKOLAYEVİÇ TOLSTOY | Çeviren : CEVAT ÇAPAN Oyunlaştıran : HELEN
EDMUNDSON | Yöneten : İPEK ATAGÜN GEZENER
KONU: 19. yüzyıl Rusya’ sında aristokrasi varlığını sürdürmekte, toplum yazısız kurallarını birer anayasa gibi bireylerin ceplerine sokmaktadır. Hayatın tesadüfle var olan gerçekliği ise toplumsal kurallarla onulmaz bir savaş içindedir.
Anna Karenina, Kont Vronski’yi ilk kez bir tren garında görür. Kont Vronski de Anna’yı… Toplumun kurallarının sorgulanacağı, zaman zaman da toplumun kurallarının bireyi sorgulayacağı o büyük hikâye bir tren garında böylece başlar…
OYUNCULAR: ASLI ARTUK-CENGİZ UZUN-ÖZDEN GÖKÖZ-ŞEVKİ ÇEPA-CANER KADİR GEZENER-MİHRİBAN REZZAN SEYHAN-BARBAROS EFE TÜRKAY-MERT AKSU-İREM ULUSAN-YILDIZ VENEDİK-TUBA ERKAN TAZEBAŞ-B. TAYGA KONAK-BERK BAYKUT-M. ONUR KOCABAŞ-NAZLI ZEREN KUTLUYIL-CANSU ARSLAN-BERKAN GÖRGÜN-BAŞAK GÜLEÇ GÖKALP-PELİN GÜLTEN-ÖZKAN GÜLTEKİN-MİNA ESİN-MELİS KIZILASLAN-GÖKHAN KUTUM-BEGÜMHAN CANBULATOĞLU-R. ORHUN ÖZARAS-BAYRAMCAN TAŞKIRDI-EZGİ ÖZER-KEZİBAN BÖLEK-ALPER AYDOĞAN-BESTE ERDEM-N. DOĞA AMİKLİOĞLU-MERVE NUR ÖNEY

Kitabı: Tolstoy'un en önemli romanı olarak kabul gören Anna Karenina kesinlikle insanı paramparça eden, yürek yakan bir hikâye. Sevgisiz evliliğinin içinde tutsak olmuş Anna, akıl almazı yapıyor ve yakışıklı Kont Vronsky uğruna sahip olduğu her şeyden vazgeçiyor. Tolstoy'un seçtiği finalden de anlaşılacağı üzere, 
19. yüzyıl Rusya'sında böyle bir kadın davranışı asla hoş karşılanmıyor. Duygusal ve asi Anna ile yakışıklı asker Vronsky arasındaki sonu feci biten, hazin aşk hikâyesi tarihin en büyük romanlarından biri. Anna tutku yoksunu evliliğini reddedip toplumun ikiyüzlülüğüne katlanmak zorunda kalınca trajediler birbirini kovalıyor.19. yüzyıl Rusya'sının geniş ve zengin tuvali üstüne çizilen bu resimde, yedi ana karakter, aralarındaki daimi uzlaşmazlıklar, şehir hayatı ve kırsal yaşam arasındaki tezatlıklar, her türlü aşk ve ailevi mutluluk Anna Karenina'nın ana eksenini belirliyor.
Sinema Filmi: Anna Karenina yüksek sosyeteden biriyle yaptığı bir evlilik sonucunda, hiyerarşik yapıda oldukça rakımlı bir noktada konumlanmıştır. Sözüne oldukça güvenilen ve saygıdeğer biri olan kocası oldukça değerli biri olarak toplum tarafından kabul görmektedir. Bir gün Anna, her ne kadar engel olmaya çalışsa da, oldukça genç bir adama aşık olur. Meydana gelen bu skandal ortaya çıkacak mıdır? Anna, içerisinde yaşadığı bu derin aşkı içine atmayı öğrenebilecek midir? Berbard Rose’un 1997 beyazperdeye uyarladığı ölümsüz Leo Tolstoy eserinin baş rollerinde Sophie Marceau ve Sean Bean var.
Kitabı yıllar önce okumuş ve filmi de izlemiştim. Anna Karenina' nın tiyatro uyarlamasını ise Cüneyt Gökçer sahnesinde cuma akşamı izleyebildim. Bu kadar neden beklemişim, iyi ki gitmişim, farklı ve beni çok etkileyen büyük bir prodüksiyondu. 
Dekor muhteşem, çok yaratıcı ve zekice tasarlanmış ayrıca çok estetikti. Altı adet hareketli panel içerisinde bulunan sahneye, derinlik, yükseklik, iç mekan, dış mekan havasının çok başarılı bir şekilde verildiğini söyleyebilirim. Ayrıca iç mekan sahnelerinde gelen hareketli ahşap merdiven, ahşap valizler, tekerlekli komodinler, sandalyeler, kırmızı uzun kurdeleler ve hepsinin götürdüğü metaforlar etkileyiciydi.
Müzikler, kostümler, koreografi ayrıca büyük bir alkışı hak ediyordu. Nasıl çalışılmış, nasıl emek verilmiş olduğunu tüm dans sahnelerinde hissediyorsunuz. Ortada inkar edilemez çok ama çok büyük bir emek olduğu kesin.
Sahnelenmesi bu kadar zor bir konunun böyle başarılı bir müzikal şeklinde karşıma çıkması beni çok mutlu etti. 2 saat 20 dakika su gibi akıp geçti. Gelecek sezon belki tekrar izleme şansını elde ederim. Bu oyunla ilgili aklıma takılan tek şey daha önce hiç görmediğim şekilde oyuncuların birer mikrofon ile oynamasıydı.  

Anna Karanina - Aslı Artuk
Aleksey Karenin - Cengiz Uzun
Doli - Özden Gököz
Stiva - Şevki Çapa
Levin - Caner Kadir Gezener
Kiti: Mihriban Rezzan Seyhan
Kont Vronski: Barbaros Efe Türkay
Nikolay: Mert Aksu
Prenses Betsi: İrem Ulusan
Kontes Vronski: Yıldız Venedik
Kontes Lidya: Tuba Erkan Tazebaş
Seryoşa: B. Tayga Konak
Uşak: Berk Baykut
Vasily: M. Onur Kocabaş
Mürebbiye: Nazlı Zeren Kutluyıl
Hemşire: Cansu Arslan
Yüzü Görünmeyen Adam: Berkan Görgün
Dul Kadın: Başak Güleç Gökalp
Genelev Kızı Marya: Pelin Gülten
Dolli'nin Çocuğu Tanya: Cansu Arslan
Dolli'nin Çocuğu Grisha: Özkan Gültekin
Dolli'nin Çocuğu Lili: Mina Esin

Diyarbakır-Hasankeyf-Midyat-Mardin

$
0
0
İnsanların artık hiçbir şeyi anlamaya vakitleri yok. Onlar her şeyi tüccarlardan satın alıyor. Ama dost satan tüccar olmadığı için artık insanların dostları yok
Küçük Prens, arkadaşlıkla ilgili böyle söylemişti. Paranın satın alamayacağı şeylere sahip olduğumu düşündüğüm her an kendimi hayat bilgisi dersinde başarılı hissettim. Birlikte geçirdiğimiz üniversite yıllarından sonra tek bir kıvılcım ile alevlenen her muhteşem buluşmamızda olduğu gibi bu kez de gurur duydum kurduğum kalıcı arkadaşlıklarım için.
Her şeyi zaman varken yapmak gerek. Geciktirilmiş sözler, askıya alınmış hayaller, ertelenmiş itiraflar, gerçekleştirilmeyen buluşmalar; bir gün hepsi size pişmanlık olarak geri dönmeden önce, henüz vakit varken... Murathan Mungan
Erteleme, yap, bugün değilse ne zaman:) mottolarıyla çıktığımız bu yolculukta rotamız Diyarbakır' dı. Süremiz kısıtlı, hava şartları uygun değil ama modumuz hep yüksek, aldığımız keyif maksimumdu. Yol arkadaşım ise tüm gezi süresince varlığından hep mutluluk duyduğum Elif' di :) 
Diyarbakır' da sur içi, şehir kapıları, dört ayaklı minare, bakırcılar sokağı ve kahvaltıdan sonra Hasankeyf' e yöneldik. Burayı görebilmek hepimiz için oldukça değerliydi. Bir tarihi güzelliğin yok olacağını bilmek, yok olmadan görebilmeyi dilemek demek. 
Ilısu Barajı yapıldığında burası sular altında kalıp yok olacak. Dilimizde tek cümle ile ayrılıyoruz oradan; 'Hasankeyf sular altında kalmasın.'
Tarih hoşumuza giden yemek çeşitlerinden tabağımıza keyfimize göre aldığımız bir açık büfe değildir. Tarihten işimize yarayanları, hesabımıza gelenleri, öyle hatırlamak istediklerimizi seçip alamayız. Tarih karşısında hiçbir dine, millete, halka, inanca borcumuz yoktur, tarih karşısında bir tek şeye borcumuz vardır: Hakikate. Murathan Mungan
Harita Metod Defteri' ni çok kısa süre önce okumuş ve Mardin konusunda aklımda hala Murathan Mungan cümleleri varken giriyoruz Midyat' a ve bir konaktayız; Hacı Şehmuz Mete Konağı.
 
Ve Mardin' de Kasımiye Medresesi' ni gezdikten sonra, yoğun yağış sebebi ile dönüşe geçiyoruz. Eski Mardin' i, Mardin Sokaklarını gezemeden biraz eksik biraz hüzünlü Mardin' den ayrılıp, Diyarbakır' a dönüyoruz. Gezimiz kısa ve konsantre ama bıraktığı tat eşsiz ve kalıcı oluyor.
Diyarbakır yemekleri, kaçak çayı, fıstıklı burma kadayıfı ve nicelerinin tadı damağımızda iken otelimize dönüp, beş dakika içerisinde tekrar bir araya geliyoruz. Gecenin geç saatlerine kadar sohbetimiz, neşemiz, hüzünlerimiz, anılarımız ile sıcacık oluyor kalplerimiz. Sonraki buluşma zamanını ve yerini kararlaştırıp, uykuya teslim olurken Dicle, Fırat, Mezopotamya ve bu mistisizm beni içine çekiyor... Ve böylece bir gece konaklamalı Diyarbakır gezimiz de anılarımızda yerini alıyor :)

Not: Öncesi

Tamamen Doluyuz

$
0
0
TAMAMEN DOLUYUZ | İSTANBUL DT
1 perde | 1 saat 25 dakika
Yazan : BECKY MODE | Çeviren : LALE EREN DALSAR | Yöneten : ELİF ERDAL
KONU :Sam, konservatuvarın oyunculuk bölümünden mezun bir gençtir. Kendi alanında iş bulamadığı için, şehrin en lüks restoranlarından birinde rezervasyon görevlisi olarak çalışmaktadır. Tek isteği mesleğini yapabilmek ve gittiği oyunculuk görüşmelerinin birinden olumlu cevap almaktır. Ancak hali hazırda, çalıştığı restoranın bakımsız bodrum katında, üç kişinin işini tek başına üstlenerek, Noel tatilinin yoğun rezervasyon trafiğine yetişmeye çalışmaktadır. Üstelik, bir yandan patronlarının mantıksız istekleri, zengin müşterilerin akıl almaz kaprisleriyle ilgilenip, bir yandan da ailesini ve dostlarını mutlu etmeye çalışmaktadır. Bakalım Sam içine düştüğü bu trajikomik ortamdan kendini kurtarıp, asıl işine geri dönebilecek mi?
Not: Yeni Tiyatro Dergisi 6. Emek ve Başarı Ödülleri;
Umut Veren Erkek Oyuncu: Efe Erkekli - Tamamen Doluyuz
Üstün Akmen Tiyatro Ödülleri 2017 – 2018
Yılın Umut Veren Erkek Oyuncusu
Efe Erkekli / “Tamamen Doluyuz”
OYUNCULAR: EFE ERKEKLİ
Bu sene Devlet Tiyatroları perdelerini kapatmama kararı alarak, 1 Temmuz' a kadar nöbetçi tiyatro uygulaması başlattı. Ankara' da Küçük Tiyatro' da yıl içinde sahnelenmiş ve beğenilen oyunlar (buna turne oyunları da dahil) sahnelenmeye devam edecek. Ve bu benim için harika bir haberdi :)
Çünkü böylece bir İstanbul Devlet Tiyatrosu oyunu daha izleme şansı elde etmiş oldum:) Efe Erkekli, başarılı ses sanatçıları ve tiyatro oyuncuları Altan Erkekli ve Şebnem Gürsoy Talay’ ın oğulları. Altan Erkekli' ye inanılmaz derecede benzediğini söyleyebilirim. 
Oyun tek kişilik ancak oyuncu sahnede hiç yalnız kalmıyor. Telefonda konuştuğu karakterler ve onlara ses veren başarılı, tanıdık oyuncular oyuna büyük bir katkı sağlamışlar. Efekt, ses, ışık ve oyun zamanlaması konusunda oldukça başarılı bir iş ortaya koyulduğunu söyleyebilirim.  
Telefon çaldığı anda, arayan kişinin temsili resmi görünüyor ve oyun donuyor. Dış ses arayan kişinin kişilik özelliklerini aktarıyor ve oyun tekrar telefon konuşması ile devam ediyor. Zamanlama ile söylemek istediğim sahneleme sırasındaki bu bütünlüktü ve gerçekten başarılıydı.
Metin, oldukça hareketli, performans gerektiren, koşuşturmacalı bir tempoya sahip olmasına rağmen Efe Erkekli bu işin üstesinden başarıyla gelmiş. Bence ilerleyen zamanlarda onu daha sık göreceğiz. 
Genel olarak oldukça eğlenceli bir seyirlik olmuş. Metin yazarının da Cosby Ailesi senaristlerinden olduğunu belirterek bu farklı komediyi izlemeyi tercih ederseniz, pişman olmayacağınızı söylemek istiyor ve tiyatrolu günler diliyorum.

Not:Sezonun 20.oyununu görmüş oldum:)

İkinci Bölüm

$
0
0
İKİNCİ BÖLÜM | İSTANBUL DT
2 perde | 2 saat 5 dakika

Yazan : NEİL SİMON | Çeviren : CEMİL BÜYÜKUTKU | Yöneten : HİDAYET ERDİNÇ

KONU: Karısını kaybetmenin acısını üzerinden atmaya çalışan bir erkek ve yeni boşanmış bir kadın. Hayatlarının ikinci bölümünde hak ettikleri aşkı bulabilecekler mi? Peki ya yıllardır evli, ama evliliğinden tatmin olmayan diğerleri...?

OYUNCULAR: AYŞEN İNCİ-ŞAHİN ÇELİK-M. LEBİB GÖKHAN-VEDA YURTSEVER İPEK


İstanbul Devlet Tiyatrosu oyunlarından izleyip de keyif almadığım sanırım olmadı. İkinci Bölüm de bu sezon izlediğim 21. oyun ve sezonun benim için kesin final oyunu diyebilirim.

Neil Simon, Amerika' nın ünlü oyun yazarlarından ve bu bu komedi-dram türü oyunu 1977 yılında yazmış. Metni oldukça güncel, çeviriyi ise oldukça başarılı buldum. Çok derin analizler barındırmasa da kadın erkek ilişkilerine, evliliklere, evliliklerin sürekliliğine, beklentilere, kayıplara, aldatmalara dair çok sözü olan bir metin.
"İkinci Bölüm, derin bir aşkla bağlı olduğu karısının ölümüyle yıkılmış ve hayata küsmüş bir yazar ile mutsuz bir evlilikten yeni kurtulmuş ve gönül kapılarını sımsıkı kapamış bir aktris, aşkın kimyasıyla yoğurulup yeni kalıplara dökülüyorlar bu oyunda. Oyun kişileri gerçek hayattaki Neil Simon ve ikinci eşi Marsha Mason'i yansıtmakta. Oyun için 'Hayat bir yerde teklemeye başlayınca, onu -yeni baştan- ateşlemek için gereken kıvılcım aşkın korlarında gizlidir' diyor Neil Simon" (vikipedia)

Şahin Çelik (George; eşini yakın zamanda kaybetmiş ve ellili yaşlarda bir yazar) performansı, ses tonu harikaydı. Ayşen İnci (Jane; sorunlu bir evliliği yeni noktalamış bir oyuncu) performansı da çok etkileyiciydi. M.Lebib Gökhan (Leo; George' un kardeşi ve onu yeni arkadaşlar edinmeye teşvik etmekte) ve Veda Yurtsever İpek (Faye; Jane' nin en yakın arkadaşıdır ve Jane' in yeni insanlarla tanışmasını istemekte) başarılı iş çıkarmışlardı. 
Oyun neredeyse dört eşrol(başrol) içeriyordu. Her ne kadar olaylar George ve Jane' e odaklanmış gibi görünse de Leo ve Faye birer yan rol olmaktan çok öteydi. Oyuncuların etkileşimleri ve yakaladıkları sinerji bana her seferinde iyi bir temsil izlemenin ruhta nasıl olağanüstü bir etki bıraktığını tekrar hatırlatıyor. 
Sahnenin iki farklı ev düzeni iki farklı dekor ile bölümlendirilmiş olması hikayenin eş zamanlı ve sürekliliği için iyi düşünülmüş ayrıca mükemmel uygulanmıştı. Ben dekoru çok beğendim.
Kesinlikle tüm ekip kocaman bir alkışı hak ediyor. Zaten tiyatro oyunlarının en sevdiğim kısmı alkışta oyuncuların gözlerindeki o ışıltıya tanık olmak. Hafif nemli, çok ama çok mutlu o ışıltılı gözleri görebilmek benim için de inanılmaz büyük bir mutluluk :)

Salda Gölü-Burdur/Sherwood-Göynük

$
0
0
Çocuklar küçükken tatillerde amaç bir an önce sağ salim hedef noktaya en kısa sürede ulaşmak iken şimdilerde ''acaba yol üzerinde görebileceğimiz yerler var mı'' diye bakınır olduk. Onlarla birlikte yeni yerler görmek ve seyahat etmek şu sıralar bize en keyif veren aktiviteler arasında. Salda Gölü de Ankara-Antalya güzergahında 2-3 saat ayırarak çok rahat bir şekilde gezilebilecek muhteşem bir doğa harikası.
Burdur Yeşilova Salda Gölü:
Salda Gölü; Türkiye’nin Burdur iline bağlı Yeşilova ilçesinde bulunan ve 184 metre derinlikle Türkiye’nin en derin üçüncü gölüdür. Türkiye’ nin Maldivler’ i olarak isimlendirilmiştir. İlçe merkezine uzaklığı 4-5 km kadardır. Gölün Burdur merkeze uzaklığı yaklaşık 70 km’dir. Salda Gölü; karstik karakterde bir göldür. Göl ve çevresi kuş çeşitliliği açısından zengindir. Ayrıca çevresinin karaçam ormanları ile kaplı olması ve doğal hayatın canlı olması nedeniyle 1989 yılında Doğal Sit Alanı ilan edilmiştir.
Yılda bir kez otel tatili yapmak bizim için neredeyse geleneksel hale geldi. Otel tatilleri beni gezi tatilleri kadar heyecanlandırmasa da çocuklar orada kendilerini cennete düşmüş gibi hissediyorlar. Hele ki arkadaşlar ve kuzenlerle birlikte yapılıyorsa oldukça dinlendirici ve keyifli de olabiliyor.
Bizim için Haziran ayı oldukça hızlı geçti. Temmuz' da Ankara yazı ile flört edip, Ağustos' u Altınoluk' ta geçirmeyi planlıyoruz. 

Bu sene ah yaz geldi okullar kapandı. Bu yaz çocukları sarımsaklasak da saklasak yoksa sarımsaklamasak da mı saklasak temalı bir serzenişim olmadı:) Çünkü onlar artık büyüdüler ve evde yalnız kalmaya (internet online:) başladılar. Tabi babaannemiz ile aynı apartmanda olmak işimizi epey kolaylaştırıyor. Temmuz ayını bir hafta ev bir hafta yaz okulu şeklinde geçirmek konusunda onlarla anlaştık :)

Mezuniyet

$
0
0
Canım oğlum, seninle bir dönemeci daha dönüyoruz bu sene. Kreş ve ilkokuldan sonra ortaokul havasını soluyacaksın artık. Karakterin yavaş yavaş şekillenirken bana hissettirdiğin şey bir bilinmezlikten öte güven duygusu. Her şeyi başarabileceğini, her zorluğun üstesinden gelebileceğini, her ortamda ve şartta ayakta kalabileceğini hissediyorum.
Arkadaş çevrenden ve onlarla iletişiminden edindiğim izlenim beni şaşırtsa da bazen, ilgiyle takip ettiğimi söyleyebilirim ilişkilerinde ilerleyişini. İlkokul arkadaşların ''Eren Baba'' diyorlar sana:) Öğretmenin bizim için büyük bir şanstı; ellerinden öpüyorum, teşekkürler ediyorum O'na. Umarım bu güzel şansın hep devam eder. Hep kalbi çocuk sevgisiyle dolu, ruhu apaydınlık, güçlü, adaletli, idealist, hem eğitici hem öğretici öğretmenler çıkar karşına.
İlkokul mezuniyet yemeğinde her anne gibi ben de gurur duydum seninle. Ancak daha şimdiden oğlanlar bu kadar artist, kızlar bu derece havalı olunca sizlerin lise mezuniyetini hayal bile edemedim oğlum:)
Ortaokulda da yine ablanın izinden aynı okula gitmeni planlıyoruz. Devlet okullarında okuyan çocuklar olsanız da elimizdeki imkanlarla mümkün olan en iyi seçenekleri sunmaya çalışıyoruz sizlere. Bir çok çocuğa göre çok şanslı olduğunuzun bilincindeyiz yine de. 

Yeni okulunda, yeni hayatında yine çok başarılı olacağına, kaliteni ve farkını, dürüstlüğün ve bilginle ortaya koyacağına eminim oğlum.

Rotan dürüstlük, pusulan vicdanın olsun, yolun açık olsun oğlum...

Not: Kreş mezuniyeti

Anıl-Benim Çocuğum

$
0
0
Orta sayılabilecek standarttaki yaşamımda her şey o kadar tek düze ve tahmin edilebilirdi ki, hayatın artık beni şaşırtamayacağını düşünmekte hiç de haksız sayılmazdım. Aslında bu hayatı kendim seçmiştim. Bu tercih bana güvenli, huzurlu bir hayat, hoş bir eş ve iyi bir evlat vermişti. Semra' ya karşı hissettiklerim tamamen pozitifti. Eğitimli, başarılı bir iş kadını, bilinçli bir anne, eğlenmeyi bilen bir arkadaş, sohbet edebileceğim bir dost, iyi bir insan ve güzel bir kadındı Semra.

Yaptığımız iş seyahatleri dışında, her yaz çekirdek aile olarak tatil yapmayı önemserdim. Anıl küçükken genellikle tercihimiz otelden yana olurken, son yıllarda rotalı tatiller yapmak bize çok iyi gelmiş, aramızdaki iletişimi güçlendirmişti. Ya da ben öyle düşünüyordum. Bu sene Muğla-Antalya arası bir rota çizmiş, dinleyeceğimiz müzikleri, konaklayacağımız, göreceğimiz, yemek yiyeceğimiz yerleri bir bir belirlemiştim. Tatiller eskisi gibi beni heyecanlandırmasa da istekli ve keyifli görünmek konusunda oldukça yetenekliydim.

Yola çıkacağımız sabah ilk ben uyanmış, duşumu almış ve kahvemi içmiştim. Depoyu bir gün önceden doldurduğum ve valizleri yerleştirdiğim için evden çıkışımız zor olmadı. Yolculuğun ilk iki saatine henüz uyanamamış Semra' nın mahmurluğu ve uyanmaya teşebbüs bile etmemiş Anıl'ın derin solukları eşlik etti.

Anıl köklü bir kolejde 7.sınıfa geçmişti ve adı hep övgülerle, başarılarla anılıyordu. Jimnastik alanındaki il ve ülke dereceleri asla tesadüf değildi. Bunda aldığı aile disiplini, çalışma azmi ve genetik yatkınlığının katkısı gözardı edilemezdi. Oğlumla gurur duyuyordum ama kafamı fena halde meşgul eden bir şey vardı. Aklıma her geldiğinde beni kahreden, küçük ipuçlarını bir araya getirdiğimde zihnimin şiddetle reddettiği bir olasılık. İlk kez Anıl henüz konuşmaya başladığı yaşlarda hissettiğim ve hep bir his olarak kalması için büyük bir çaba gösterdiğim bir olasılık.

Bir kaç kez Semra' ya bu konudan bahsetmek istemiştim ancak aldığım aşırı tepki beni durdurmuştu. Bu kez ise durum çok farklıydı çünkü gördüğüm şeyi unutmam olanaksızdı. Son yıllarda Anıl da eskisi gibi iş birliği içinde değil, çok daha asi ve mutsuz görünüyordu. Giderek aramızdaki iletişim tamamen kopmuş, ayrıca hızlı kilo kaybı, sağlığı konusundaki endişelerimi artırmaya başlamıştı. Bu tatilde bu konuyu çözmeye en başından karar verdiğimi o an anladım. Bir baba olarak yapılması gereken ne varsa yapacak ve ortada gerçekten bir sorun varsa bu tatilde hepsi hallolacak, huzurlu bir şekilde eve dönecektik. Bunca zaman, onca gözlem ile kendimi her türlü olasılığa hazırladığımı hissettim. Oğlum her ne olursa olsun, benim çocuğumdu, bunu içimden defalarca kez tekrar ettim. 
İlk duruşumuz; akşamüstü, bir butik otel, deniz kenarında... Anıl isteksiz, mutsuz, kulaklıkları hep kulağında. Semra telefonu ile hep meşgul. Ben çok heyecanlıyım. Derin bir nefes aldım ve konuşmaya başladım. Önce dakikalar yıl gibi gelirken, saatler saatler saatler geçti ve biz hep konuştuk. Sabaha kadar, tüm içimiz boşalana kadar. Ağlayarak, sarılarak, kahrolarak, çaresizce, umutla konuştuk. Anıl ile tekrar iletişim kuruyor olabilmek doğru yolda olduğumuzun en önemli işaretiydi. Oğlum, kendi de ne olduğunu tam olarak anlayamamış olmakla birlikte transseksüeldi. Yani yanlış bedende doğmuştu. Aslında o bizim kızımızdı. Kendini kız sanıyordu. O yüzden hep yanlışlıkla kızlar tuvaletine gidiyormuş. O yüzden aynada hep göğüslerinin büyümesini bekliyormuş. O yüzden annesine ne zaman adet göreceğim diye sormuş. O yüzden mağazalarda hep kızlar bölümüne gitmiş. O yüzden sınıf arkadaşı Berke' ye bu kadar derinden bağlıymış. O yüzden, o yüzden, o yüzden, o yüzden....

Bu konuda hazırlıklıydım. Tüm olasılıkları okumuş ve ne ile karşı karşıya olduğumuzu az çok tahmin edebiliyordum. Semra benim gibi değildi. Ters giden bir şeyler olduğunu kabul etmekle birlikte, bunun tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu düşünüyordu. Çaresi neyse, neredeyse gidip tedavi ettirelim, diyordu. 

Bunları yaşayalı çok uzun zaman oldu. O akşamki ne yapacağımızı bilmezliğimizin üzerinden neredeyse on yıl geçti. Çok zor günler geçirdik. Bir dolu psikologla çalıştık. Yurt içinde yurt dışında bir dolu dernekle, doktorla, oluşumla iletişim kurduk. Hepsinden de ayrı ayrı faydalar gördük. Önce Anıl' a bir ucube olmadığını, onun gibi bir çok arkadaşı olduğunu gösterdik. Bir kızımız olduğunu tamamen kabullenişimiz iki yılımızı aldı. Ben çocuğumdan vazgeçmedim. Ne kızım, Anıl adını değiştirmek istedi, ne de ben onu değiştirmeye çalıştım. Şu an bir eğitim kurumunda Fizik öğretmeni ve mutlu, başarılı, kendine yetebilen, bağımsız bir birey. Ve kendisi gibi yanlış bedende doğan arkadaşlarına destek oluyor.

Bunları anlatmak istedim, çünkü bizim durumumuzda olan birileri varsa yalnız olmadıklarını bilsinler. Bunun suç, günah, sapıklık, hastalık olmadığını bilsinler lütfen. Ve çocuklarına sahip çıksınlar. Onlar zaten çok yalnız hissediyorlar, lütfen onları yalnız bırakmasınlar. Onlar kızımız, oğlumuz ne fark eder? Onlar bizim çocuklarımız. Bizim çocuklarımız. 

Not: İzlediğim belgeselden çok etkilenerek yazılmış olup, kendi hayatımla ilgisi bulunmamaktadır.

İzleyelim, izlettirelim. Benim Çocuğum

Ne Yani Dürüstüz Diye Biz Mi Kötü Olduk

$
0
0
Ne derseniz deyin, ben doğru bildiğimden şaşmam. Bir ben de kalsam dünyada, düşündüğümü söylerim. Herkes yapıyor diye onlarla aynı şeyi yapamam. Kendinizle nasıl yalnız kalıyorsunuz arkadaşım ya? Kendinizle baş başayken hiç mi yüzünüz kızarmıyor? Niye böyle atarlıyım, gelin bir bir anlatayım da siz kendiniz karar verin kim haklı.

Apartmana bir karı-koca taşındı. Adam emekli orgeneral mi tümgeneral mi pek anlamam bu işlerden, zaten çok göremedik kendisini, ama bir paşa. Karısı da Cengizay Teyze nasıl deyim, adam paşa ise Cengizay Teyze genelkurmay başkanı, o derece. Üç günde apartman görevlisini canından bezdirdi. Hepimize ayar vermeye başladı. Önce terlikleri toplattırdı kapı önlerinden, sonra çöpleri saatinden önce çıkarmayacaksınız dedi. İlk başta bize böyle biri lazımdı, iyi yapıyor diye düşünürken, ne olduğunu anlamadan işler çığırından çıkmaya başladı. Aslında görseniz bir komedi filmi çeviriyor sanırsınız Cengizay'ı. Ama giyim kuşam, tavırlar, mimikler, ses tonu o kadar ciddi o kadar gerçek ki kimse gıkını çıkaramıyor. Herkes oldu emir eri.

2 numaraya girenleri gözü tutmamış polis çağırdı. 5 numarada tadilat vardı, gürültüden uyuyamamış, kocasının beylik tabancası ile kapıya dayandı.  1 numaradaki Tahsin Amca geç vakit sarhoş geldi diye hepimizi ayağa dikip şahit yaptı, tutanak tutturdu. Şengül Teyze kedilere yemek veriyor diye belediyeyi başımıza musallat etti. 7 numarada öğrenciler tarikat toplantısı yapıyor diye evlerini bastırdı. Her gün olay, her gün olay. Hiç mi uyumuyor gece gündüz teyakkuz halinde Cengizay.

Arkasından da bir dedikodu, bir gıybet sormayın gitsin. Kadının ne deliliği kaldı, ne naziliği. Kimi diyor şikayet edelim, yok olmaz diyorlar sonra, kocası askeri istihbarattan emekliymiş, arkası çok sağlammış. Cengizay'ın arkasından konuşuyorlar ama yüzüne gelince hoş geldiniz Cengizay Hanımcığım'lar, ay ne iyi akıl ettiniz'ler, ay iyi ki geldiniz apartmanımıza düzen geldi'ler. Korkudan milim kıpırdayamıyor kimse, kadın ne derse kanun.

İki haftada bir dedi, apartman toplantısı tertip edeceğiz sırayla. Her şey muntazaman belli. 1 numaralı daire kısır yapacak, 2 numara peynirli börek vb. Bana da düşe düşe aşure düşmesin mi? Ne yedim ne de yaptım bu yaşıma kadar. Hikayesini sevmem en başta aşurenin. Neymiş her şey bitmiş de üzümle nohutu karıştırmış da falan filan. Cengizay' a dedim, dur demenin vakti geldi. Bu işi dedim, yaparsam ben yaparım. O deliyse, ben zırdeli. Vakittir, dedim. Savaş boyalarımı sürdüm, çıktım karşısına. Rüzgar durdu, zaman durdu, sessizlik hakim, nefesler tutuldu, sadece kalp atışları duyuluyor ortamda. Ben dedim, aşure yapmak istemiyorum Cengizay Hanım, dedim. Ben dedim, aşureye karşıyım. Yemem de, yapmam da dedim. 

Ortamda bir sessizlik, herkes Cengizay'ın gözüne bakıyor.  Cengizay' da tepki yok. Durdu durdu durdu, gözleri doldu, hepimiz fark ettik. Sonra hışımla arkasını dönüp, küüt diye daire kapısını yüzümüze çarpmasın mı? Üç gündür ayak sesini bile duymuyoruz. 

Ay arkadaş ne kıymetli Cengizay'ınız varmış, apartman kapımda. En hatırlıları sokuyorlar ki araya, gidip özür dileseymişim de, aşureyi onlar yaparlarmış da, falan da filan da... Huyumdur, haklıysam geri adım hayatta atmam. Yalaka takımı bana çok kıl şimdi. Aman be umurumdaydı sanki. Özür dileyecek ne yapmışım ki ben? Aşure yapmam dedim, ne var bunda? Ne yani dürüstüz diye biz mi kötü olduk?

Not.Görsel internet ortamından tesadüfen bulunmuş olup, kaynağı bilinmemektedir.
       Öykü hayal ürünüdür.


PAUSE

$
0
0
Hala(henüz mü demeliydim albayım:) bir kum tanesi gibi bir taş gibi dinlenmek mümkün olamasa da; 
Zorunluluk ve sorumluluk tanımı dışında kalan her an(yer-zaman-kişiler önemli değil albayım)
Tatil benim için artık.
Yine de bence bu yaz, beni farklı bir tatil bekliyor. Artık 'çocuklar çok büyüdüler' yetersiz bir tarif çünkü çocuklar fiziksel olarak baya bana tepeden bakacak kıvama geldiler. Bedenen kendilerini çok büyük görmek ile beraber zihnen ve deneyim olarak henüz hayata hazır değiller ;) Burada benim görevim başlıyor: Benim görevim-tabi eğer kabul edersem-(tabi ki ediyorum albayım:)Ben hep bugünleri beklemedim mi?Ve de son aldığımız habere göre maalesef;
''Nihayet insanlık da öldü. Haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, " Yahu insanlık öldü mü?" diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır.') 
Ya işte insanlık öldüyse çocuklarımızı başıboş mu bırakalım? Onları öyle bir mesafeden takip edeceğiz ki kendilerini bir kuş kadar özgür hissedecekler lakin kafeste olacaklar. Yani tanjantı kotanjantı çok ince hesaplamak gerekiyor burada. 
İnsanlık ölse de annelik-babalık ölmedi albayım:))) Hele ki çocuklar ergen kategorisindeyse....
Tam bir ay(30 gün:) yaz tatili. İstikamet Altınoluk olsa da, pek çok yol üzeri ve civar yerleşim alanı kapsama alanımızda. Bayramdan sonra Ankara' ya dönüyoruz hem de 5. ve 6. sınıf öğrencileri ile :) 
Hoşçakal albayım.
"Ben de beynimi yıllık izne çıkarmak istiyorum. Bütün işlerimi bitirdim: Elimdeki son evrakı da bir alt kademeye havale ettim. Yarın tatile çıkıyorum çocuklar."
Not.Şu an okuduğum kitap Oğuz Atay: 'Tehlikeli Oyunlar' Tüm alıntılar oradan.

2018 Yaz

$
0
0
Hangisi gerçekti; sabahları alarm ile uyanıp, saatimi akşama kurduğum, hep cumayı beklediğim çalışma zamanları mı yoksa biyolojik ritmimi yakaladığım, en sade halimle yaşadığım tatil günleri mi? Büyükşehir ve çalışma hayatını sevdiğim, kendime söylediğim büyük bir yalan olabilir miydi? Eğer bir yaşam tarzı kaçınılmazsa, bir şekilde kendimize hoş göstermemiz, eğlenceli kılmamız gerekiyor o hayatı. Bu tatilin kendimle aramda yarattığı en büyük uçurum bu fikir oldu.
Ankara' dan Altınoluk' a giderken Bursa' ya uğradık.
Şehir merkezinde Tophane, Saat Kulesi, Osman ve Orhan Gazi Türbeleri, Koza Han, Ulu Cami, Şehir Müzesi, Irgandı Köprüsü' nü gezdik.
Ertesi gün ise Mudanya' da Mudanya Mütarekesi' nin imzalandığı köşkü ve
Tahir Paşa Konağı' nı gezdik. Tahir Paşa Konağı' ndaki 'baş oda' beni büyüledi. Her yeri el işçiliği ile bezenmişti, tavanı bile! Hava oldukça sıcak ve nemliydi. Gezmek harika ama aynı zamanda yorucu da :)
Sonrasında Tirilye' ye geçtik. Havası kesinlikle daha esintili ve rahattı. Harika, küçük, renkli, süslü, kişilikli:) evler gördük. Fatih Cami öncesinde St.Stephanos Kilisesi' ymiş. 8.yy.da kilise olarak yapılmış ve 16.yy.da kiliseye çevrilmiş.
Sonrasında Tirilye' ye yukarıdan bakan Çamlı Kafe' ye çıktık. Enfes bir manzaraydı.
Altınoluk' ta bir süre kaldıktan sonra ise Kadırga Koyu
Asos, Behramkale, Athena Tapınağı
Asos Antik Limanı
Yeşilyurt Köyü rotamızdaydı.
Kuzenlerimizle harika zamanlar geçirdik. Bot, kano, deniz bisikleti, dere, tepe, deniz, havuz, bisiklet üzerinde günlerimiz rüya gibiydi. Bir ay nasıl geçip gitti hiç anlayamadık.
Akçay, Altınoluk, Güre, Edremit, aquaparklar bizden soruldu.
Deniz kestanesi de topladık diplerden, kirpi balıklarını da elledik :) Kediler, köpekler hep dostumuzdu. (Langırta bir servet ödedik ama değmiş, baya öğrenmişler. İki kuzen, ablamla beni 11-0 gözümüzün yaşına bakmadan yendiler.)
Canım annem-babam, Edremit Kitap Fuarından bir kare ve ''bu dev zeytin ağacı benim olsun'' temalı bir kolaj :)))
Bu dünya tatlısı arkadaşımız gelin gelmiş Yeşilyurt Köyü' ne. Kocası ölmüş, oğlu sahte içki içip kör olmuş. Buncağız da bileklik yapıp satıyor. Mekik' miş yaptığı stil. ''Kimseler bilmez buralarda'' bir tek kendisi yapıyor :)

.........yazın bittiği her yerde söylenir 
söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine 
yaz biter 
eskir geceler,serin,hüzünlü 
yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri 
bir yanı telaş,bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri 
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden 
yaşadığınızı duyarsınız teninizde 
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz 
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları 
ahşap panjurları 
yaz bitti 
bitmeyen şeyler kaldı geride... Murathan Mungan/Yaz Bitti

Babam ve Deneyleri

$
0
0
Babam Balıkesir Eğitim Enstitüsü mezunu, kendisi emekli matematik öğretmenidir. Çocukluğuma baktığımda onunla ilgili en beğendiğim özelliklerden birinin de hayatı bizlere fizik, kimya ve matematik bilimlerinin deneysel uygulama alanı olarak vermeye çalışması olduğunu düşünüyorum:) Ve hala bir şeyler hatırlayabiliyorken de yazmak istedim.

-Anımsadığım ilk şey evde uçan balon yapmasıydı. O zamanlar annem ve babam öğretmendi ve milli bayramlarda, özel kutlama günlerinde okula gittiğimizde henüz kimsede uçan balon yokken ve yaygın bir şekilde satışı da yapılmıyorken kardeşim ve bende birer tane uçan balon olurdu. Herkesin ilgi odağı olduğumuzu ve babama büyük bir hayranlık beslediğimizi söylememe gerek var mı? Hatta balonu uçurmakla da kalmaz henüz çok küçük yaşta olmamıza aldırmadan bizlere havadan daha hafif olan helyum gazı ile balonu nasıl doldurduğunun bilimsel açıklamasını da yapardı.
-Babam kara ve deniz avcılığının yanı sıra tarım ve hayvancılık ile de ilgiliydi. Gümüşhane ve Kürtün' e bir hafta konaklamalı av gezilerine gider, dönüşte pestil, teker kaşar, av kuşu özellikle keklik getirirdi. Bu konularda kitaplar okur, Karadeniz' deki bahçeli müstakil evimizde pek çok şey yapardı. Çifte için fişek hazırlama ekipmanları en ilgimi çekenlerdendi. Bak kızım bunlar saçma, bu barut ateşlenecek, fişek tıpası açılacak diye anlatırdı. Balık avı için kuş tüylerinden çapari oltası hazırlardı. Balıklar bu tüyleri yem zannedecekti. Onunla ilk kez kara avına çıktığımı, bana ateş etmeyi öğrettiğini, çiftenin neden geri tepebileceğini, balık avına çıktığımızı, ağ serdiğimizi, çapari yaptığımızı, bana kürek çekmeyi öğrettiğini, bir ağaç aşıladığımızı ve yabani bir meyve ağacının nasıl aşılandığını uygulamalı görürken, aşılama türlerini de anlatmayı ihmal etmediğini hatırlıyorum.

Gündelik hayatın içinden bize verdiği bir çok örnek olurdu. Öğretecekleri hiç ama hiç bitmezdi.
-Örneğin Ankara' dan memlekete giderken ağzı kapalı boş su şişelerimiz ya da toplarımız büzülürdü. Bunun sebebi deniz seviyesine inmemiz ve atmosfer basıncının artmasıydı.

-Eğer yolda giderek kulaklarımız tıkanıyorsa sebep yine basınç farkıydı.

-Yumurtalarımız memlekette daha geç kaynıyor dolayısıyla kayısı yumurta yiyebilmek için daha az süre tutmamız gerekiyordu. Bu da suyun normal şartlar altında 100 derecede kaynaması oysa rakım arttıkça basınç azalacağından Ankara'da örneğin 98 derecede kaynamasından kaynaklanıyordu.

-Bir gün büyükçe bir su tankerinden kovalara su aktarmamız gerekmişti. Hortum ile suyu çekme işlemini gerçekleştirdiğinde kendisine büyücüymüş gibi baktığımı hatırlıyorum. Tabi ki her şeyin bilimsel bir açıklaması vardı babamın dünyasında bu da yer çekimi ve basınç farkı ile ilgili bir durumdu.

-Evde tamir edemediği bir şey yoktu. Eve usta geldiğini hatırlamıyorum.

-Lisedeyken dönem ödevim pil yapımıydı. Babamla birlikte yaptığımız pili hiç unutmuyorum. Oduncudan talaş, elektrikçiden kablo, ampul almıştım. Ve pilini kendimizin yaptığı basit elektrik devresi kurmuş, ampulü yakabilmiştik.

-Tabi ki tüm kavanozları kas gücüyle:) açabiliyordu ama evde yalnız olduğumda ve açacak kimseyi bulamadığımda kullanmam için; ısı ve genleşme ile kavanoz kapağını ısıtıp kolaylıkla kavanozu açmayı ayrıca konserve kavanozlardaki havayı bıçağın kenarı ile çıkarıp, basıncı eşitledikten sonra kolayca açabileceğimi de öğretmeyi ihmal etmedi.

-Babam renkli çay yapardı evde. Önce bardağa sıcak suyu koyar sonra şeker ekleyip iyice karıştırır ve çok ama çok yavaş bir şekilde dem kısmını döküp iki renkli çay oluştururdu. Tabi ki iki sıvının yoğunluk farkı nedeni ile birbirine karışmadığını anlatmayı da unutmazdı.

-Suyla doldurduğumuz plastik şişeler buzluğa koyulup dondurulunca neden şişe büyürdü? Çünkü dondurulan sıvılar genleşirdi:)

-Hiç bitmeyen matematik ve geometri soruları olurdu. Saatlerce bir sorunun çözümüne uğraşır, hatta formül oluştururdu.
-Sapan kullanmayı, sapan yapmayı öğretti. Böylece fındık harmanına dadanan kuşları oturduğum yerden korkutup, kaçırabiliyodum. Ayrıca basit kuş tuzağı yapmayı öğretmişti. Özellikle kışın aç kalmış kuşlar için büyükçe bir leğeni yarı yarıya kara saplayıp, bir çubuk yardımı ile yarı açık bırakıp, içine ekmek kırıntıları koyarak kuş tuzağı yapardık. Tabi çubuğa bağladığım ipin bir ucunu alıp, saklanırdım, kuş gelince ipi çeker, leğen düşer, kuş hapsolurdu :)

-Gel bakalım kızım bu elma neden kararmış?(oksitlenme) Masadaki yarım bıraktığımız elmayı gösterirdi. Annen bu yoğurdu nasıl mayaladı, nasıl süt böyle katılaştı biliyor musun?(canlı mayalar) Bak bakalım tam da kaloriferin üzerinde tavanda neden böyle is oluşmuş?(ısınan hava yükselir) Kızım hasta olmuşsun ama neden ateşin çıktı biliyor musun?(vücudun mikroplarla mücadelesi). Bak şu tepedeki sisi görüyor musun?(havadaki su buharının donması) Neden bu sabah bu çimenler ıslak ıslak yağmur da yağmamış oysa? Ya da pencere buğulanmış, çünkü dışarısı daha soğuk.(yine havadaki su buharı) Aaa şimşek çaktı ama gürültüsü gelmedi. Hadi say bakalım ne kadar çok sayarsan şimşek o kadar uzağa düşmüş demektir.(ışık ve ses hızı)

-Akşamları memlekette yemek sonrası yürüyüşlerimizde gördüğümüz iskele babalarının gemileri bağlamak için olduğunu babamdan öğrendim:) Peki ya ağaçları neden yarıya kadar kireçle beyaza boyuyorlardı? Çünkü kirece karınca ve böcekler çıkmazdı. Peki doğada mantar topluyorsunuz diyelim, hangisi zehirli nasıl bileceksiniz? Kopardığınızda süt çıkıyorsa, o mantar zehirsizdir :)

-Muazzam tarih bilgisini de söylemeden geçemeyeceğim. Tarih konusunda bilmediği bir şey yoktu. Her bilgi tarihli, isimli, kaynaklı, birbiriyle bağlantılıydı.

-Spor hayatının vazgeçilmeziydi. Ankara' nın en soğuk kış günlerinde evde geçirdiği emeklilik günlerinde bile evin içinde kültür fizik hareketleri yapar bizlere de yaptırırdı.

-Yapabileceğim her şeyi kendi başıma yapmam konusundaki büyük desteği ayaklarım üzerinde durabilmem için büyük katkı sağladı. Kendi sorunlarımızı çözebilmemiz, dışarı işleri ile ilgili bize verdiği sorumluluklar ve verdiği güven oldukça yüksekti. 

-Cuma akşamları bizlere hafta sonu programımızın neler olduğunu sorardı. Ayrıca önemli kararları almak için tam katılımlı aile toplantıları düzenlerdi. Bu toplantılar gayet ciddilik içerisinde yürütülür 'saati, gündemi, alınan kararları' hep belli olurdu.  

-İleri görüşlü, yeniliklere açık, modern görüşlü ve altı kızını tamamen akıl ve bilimin ışığında yetiştirdiği ve her birimizi okutup, meslek sahibi yaptığı için kendisine ne kadar teşekkür etsem az. Bizlere cinsiyetimizden kaynaklanan bir engelleme ya da gerçekleştiremeyeceğim bir hedef olabileceğine dair bir mesaj  asla vermedi. Umarım daha uzun sağlıklı, mutlu yıllarımız olur zira hayat bilgisi dersinde daha ondan öğrenecek öyle çok şeyim var ki...

Ezgi & Joao

$
0
0
İlkler hep özel olur ve unutulmaz. 5 Eylül' de de beni ilk kez teyze yapan yeğenim evlendi.
Berlin' de yaşadıkları için önce orada nikah yapıldı. Tabi ki sonra da Ankara' da:)
Damadımız Portekiz, Azor Ada' lı:) Tüm sempatisi ve sıcakkanlılığı ve bildiği sadece üç cümle ile (merhaba, hoş geldiniz, teşekkür ederim) kalbimizi fethetti :)
Genç davetlilerin sayıca daha fazla olduğu organizasyonda, giriş dansından itibaren klasik düğün konseptinden farklı, çok ama çok eğlenceli bir akşam yaşadık. Ancak bu tabi ki 'ah zaman nasıl  da hızlı geçiyor, bu kadar büyüdün mü sen' duygusallığını yaşamamıza engel olmadı.
Elif ve Eren için Ezgi Ablalarının evlilik daveti harika bir deneyim oldu. Hem tüm kuzenleri ve ailenin bir arada olduğu, birlikte dans ettiği mutlu bir akşam oldu hem de annelerini nikah şahidi olarak görmenin de bir payı olduğunu düşündüğümü belirtmeden geçemeyeceğim :P
Ve bu yıl Hacettepe Eczacılık Fakültesini onur listesine girerek bitiren iki numaralı yeğenim, O bir prenses :) 
Üç ve dört numaralar :) Teyze olmak harika :D
Sen benim için elinden tutup, parka götürdüğüm, büyüdükçe akıl küpü olup, akıl sorduğum, saatlerce anlattıklarını dinleyebileceğim ilk göz bebeğim olarak kalacaksın. Tüm sorumluluklarını sosyalleşmelerinden, eğlencelerinden ödün vermeden en iyi şekilde yerine getirebilen gençlere bayılıyorum:) Mutlu ol bir tanem:) 

10 Yaş

$
0
0
10 yaş;
Tuhaf ve buz gibi bir espri anlayışı,
Garip bir youtuber aksanı,
Karizma olma telaşı,
Kanka, baba, abi, olum gibi sesleniş tarzları,
Elif ile laf yarışı,
Salona saçılmış çoraplar,
Clash Royal oyunu ve futbolcu kartları ile geçti:)
11 için hazırlıklarımız tamam. Elif için kullandığım ekipmanları kaldırmıyorum, bir yıl daha saklıyorum çünkü:)
11. yaşının ilk gününde 5.sınıfa başlıyorsun. Hep olduğu gibi öylesine hazır öylesine telaşsızız ki seninle yeni bir şeylere başlarken. Geçen seneki tedirginliğimiz, arayışlarımız, bocalamamız, soru işaretlerimiz hiç biri yok şimdi. Okulun, servisin, öğretmenlerin, hatta ders konuları bile hafızamızda :) 
Duygusallığın, duyarlılığın, uyumlu oluşun ve büyükleri anlayan kişiliğinle işimizi hep kolaylaştıran oldun. Sarılmayı, teması, sohbeti seven, olumsuz şeyler hissettiğinde hemen etkilenen, gözlerimize bakıp içimizi görmeye çalışan hassasiyetin ile nasıl bir yetişkin olacaksın merakla bekliyorum. Çocukluktan gençliğe geçişinin her anını ilgi, mutluluk ve heyecanla izliyorum. 
Canım oğlum, yeni yaşını, yeni okulunu, yeni hayatını kutluyorum :)

Ne Olduysa Ondan Sonra Oldu

$
0
0
Üniversitenin ilk senesi, sanıyorum 1995 yılı. Özel sağlık hizmetleri bugünkü kadar yaygınlaşmamış ve oldukça maliyetli. Sağlık sistemi henüz birleşmemiş. SGK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı gibi farklı sağlık güvenceleri var. Ben emekli memur çocuğu olarak Emekli Sandığı' ndan faydalanıyorum. En kaliteli sağlık hizmetini de Emekli Sandığı sağlıyor, memnunum da bu durumdan.
Gözlerimde miyopi var ve yıllık düzenli göz kontrolüne gidip bir numara güncellemesi yaptırıyorum. Yalnız göz doktoruna muayene olmak o kadar kolay değil. Doktorun belirli bir hasta görme sayısı var. Örneğin öğleden önce 20, öğleden sonra 20 hasta gibi. MHRS yok, randevu sistemi yok. Tek bir sistem var, erken gelen sırayı alır:)

İyi bir hastanede iyi bir doktora muayene olayım diyorsanız, akşamdan orada yatmayı göze almanız gerekiyor. Benim muayene olduğum yer, eve yakın, az bilinen küçük bir semt polikliniği, dolayısıyla sabaha karşı beşe doğru evden çıkarsam bir sıra alabiliyorum kendime:)
Sabaha karşı evden çıktım, niyetim yürüyerek gitmek, yarım saat kadar bir yürüyüş yolum var. Çok kısa bir süre yürüdükten sonra yanımda lüks bir jeep durdu, içerisinde bir kadın sürücü, bana 'bırakayım gideceğiniz yere sizi' diyor. Biraz ürktüm açıkçası, ama 'benim yapacak hiç işim yok, gece uyuyamadım, kendimi dışarı attım, öyle amaçsız geziniyorum, nereye isterseniz bırakayım' deyince gözüm de tuttu demek ki, işime de geldi biraz, atlayıverdim jeepe :)
Konuşmaya çok ihtiyacı olan bir kadın, geçirdiği geceden başladı anlatmaya. Kayınpederi onlarla yaşıyormuş, kocası sık şehir dışına çıkıyor, oğlu tamamen kendi dünyasını yaşıyormuş, buncağız da kalmış alzeimer kayınpederi ile baş başa. Gece kayınpeder pijamalarla apartmana çıkıp, bağırmaya başlamış eve hırsız girdi diye. Hırsız dediği de torunu. Ne yapacağını bilememiş, neyse komşularla falan adamı sakinleştirip yatırmışlar ama feci sinirleri bozulmuş. Arada bana da soruyor bir şeyler;
-Okuyor musun? Ağzımdan 'evet'çıkar çıkmaz alıyor hemen sözü;
-Aman aman sakın sakın okulunu bırakayım deme. O okulu ne yap et bitir. Ben okulumu yarım bıraktım başıma ne geldiyse ondan sonra geldi. Okulumu yarım bırakıp, evlendim, eşim varlıklıydı, her şeyim oldu ama mutluluğum olmadı vs. Soruyor sonra;
-Gözlük mü takıyorsun? -Evet;
-Aman aman sakın sakın laser olayım deme, o gözlüğünü tak, ameliyat falan olma. Ben oldum, ne olduysa ondan sonra oldu. Gözüm enfeksiyon kaptı, tek gözümde görme kaybı oluştu, uzun tedavi sürecinde eşimle ilişkimiz bozuldu, o da başka biriyle birlikte oldu vs. Soruyor;
-Ailenle mi oturuyorsun? -Evet, dememe kalmadan;
-Sakın ola ki ailenin özelikle babanın ahını alma, sözünden çıkma, onaylamadığı bir evlilik yapma. Ben babama karşı çıkıp, evlendim başıma ne geldiyse ondan sonra geldi. Eşim beni sevmedi, değerimi bilmedi, hor gördü, aşağıladı vs. Soruyor;
-Sevgilin var mı? -Yok;
-Aman aman sakın acele etme o işler için, okulunu bitir, işe gir ondan sonra bulursun. Ben buldum ne olduysa ondan sonra oldu...... Biliyorsunuz :)
Artık iyice çekinmeye, çok da sağlıklı olmadığını düşünmeye başladığım birinin arabasına bindiğim için endişelenmeye başlamış, bir an önce gideceğim yere varıp, inmek istiyordum. Sorulara devam etti;
-Evde kediniz var mı? -Yok;
-Aman aman sakın alayım demeyin. Ben oğlumu kıramayıp, kediyi eve soktum başıma ne geldiyse ondan sonra geldi. Bütün uğursuzluklar bizi buldu. Tüm düzenimiz bozuldu. Sekiz aylık hamileydim, bebeğimi kaybettim, psikolojim bozuldu.

Giderek sertleşen trajediler zincirinden nasıl çıkacağımı bulmaya çalışıyordum. Bir yandan da anlattığı şeyler gerçek mi, bu kadar kötü şey bir kişinin başına gelmiş olabilir mi, yoksa uyduruyor mu diye düşünmekten alamıyordum kendimi. Kadının yüzünde salt acıdan ve üzüntüden başka bir duygu göremiyordum. Bu arada gideceğimiz yere çok yaklaşmıştık. Sağa çekip arabayı durdurdu, yüzüme baktı ve;
-Ben üveymişim biliyor musun, dedi. 13 yaşında öğrendim üvey olduğumu ve evdeki bütün hapları yuttum ama ölmedim, midemi yıkayıp beni kurtardılar. Keşke o zaman ölseymişim. Sence neden ölemedim? Haptan diyorsan sonrasında bileklerimi de kestim, deyip bana bileklerindeki eski ama hala belirgin çizikleri gösterdi. Yine kurtardılar. 
Kadından gözlerimi ayıramıyor, bana bunları neden anlattığını bilemiyordum. Ayrıca öylece kalakalmış arabadan da bir türlü inemiyordum, kadınla bakışıyorduk. Sanki her şeyin cevabı bendeymiş gibi soru dolu gözlerle bana bakıyordu. Oysa 17 yaşındaydım, hayat benim için de çözülmeyi bekleyen bir bulmacadan farksızdı. Anlattıkları ise beni çok derinden sarsmıştı.

Neden sonra kendime geldim. Teşekkür edip, arabadan inmeyi akıl ettim. Hiç hareket etmedi, hiçbir şey söylemedi, arkamdan bakmaya devam etti. Hastanenin bahçesinden girerken, dönüp baktığımda hala orada beni izlediğini görebiliyordum.

Not. Kurgu, yaşadığım bir olaydan esinlenilmiştir.
Görseller Erica Dal Maso' ya aittir.



İkilem

$
0
0
Hayatta yaşadığım ilk hayal kırıklığı bir ''değerlendirme hatası''ydı. En sevdiğim öğretmenim karşılaştığı onlarca farklı sorun arasında, benimkini önemsiz görmüş ve mümkün olduğunca az vakit harcayarak çözmek istemiş, arkadaşım ile tutuştuğum kavgada, cezayı bana kesmişti. Oysa ben haklıydım ve haklı olmak, bir çocuk için ölümüne direnmek demekti. Öğretmenim meseleyi kendince çözmüştü. Ancak o zamanki aklımla benim bundan çıkardığım sonuç, dinlenmeye değer bulunmadığım, itirazlarımın etkisizliğinin üzüntüsünden çok, güvendiğim birinin ''değerlendirme hatası'' yapmış olduğuydu. 
O günden sonra pek çok hayal kırıklıklarım oldu. Beklentilerimin, isteklerimin, umutlarımın gerçekleşmediği oldu. Sevdiğim insanlardan beklediğim duygusal yanıtları alamadığımda, işler planladığım gibi gitmediğinde, emeklerim karşılıksız kaldığında, maddi imkansızlıklar karşıma ısrarla çıktığında üzüldüm, hayal kırıklığı yaşadım. Bunun ne demek olduğunu, üstesinden nasıl gelinebileceğini, canımı ne kadar acıttığını ve düştüğüm yerden nasıl kalkabileceğimi öğrendim.

Yeni deneyimlediğim hayal kırıklığı ise benim yüzümden başkalarının yaşadığı hayal kırıklığı ve bu duygunun benim üzerimdeki yansımaları olarak tanımlanabilir. Ve maalesef bu berbat utancın üstesinden gelebilecek kadar donanımlı değilim. 

Bir çok nedenden dolayı ailemin tek çıkış biletiydim. Kardeşlerimin aksine okul ile arası iyi olan, evin akıllı, yakışıklı çocuğuydum. Okul başarılarım arttıkça evde her şey bana göre dizayn edilmeye başladı. İki odalı evimizde rahat ders çalışabileyim diye tek odayı bana tahsis ettiler. Kafam çalışsın diye yemeğin etlisini, tatlının sütlüsünü bana verdiler. İlkokul, ortaokul ve liseden sonra ailemin en büyük hayali mühendislik fakültesine girmeyi de başarmıştım. Eşe, dosta, komşuya, akrabaya nazar değecek diye anlatmıyorlardı ama gururdan gözleri doluyordu. Okulu büyük maddi sıkıntılar içerisinde bitirdiğimde ise tüm zorluklar bir anda uçup gitmiş evde adeta bir bayram yaşanmıştı. Kısa zamanda da mesleğimde tecrübe edinebileceğim kurumsal bir üretim şirketinde işe başladım.
Şimdi yavaş yavaş işin ekilen bahçeler ve biçilen mahsuller kısmına geliyorduk. Benden bekledikleri ekmeğini kazanmış, ayaklarının üzerinde duran, bayramlarda, seyranlarda, doğum günlerinde elinde tatlısıyla gelen, yılda bir kez onları tatile, hastalandıklarında doktora götüren, maddi-manevi desteğini ihtiyaçları olduğu kadar sunan-bana göre hayırlı-evlattan çok; tüm kazancını ellerine sayan, tam zamanlı ve ömürlük bir köleydi. Ben yıllar içerisinde bu beklentinin sinyallerini her ne kadar almışsam da bu kadar net bir şekilde karşıma çıkana kadar çözüme yönelik bir strateji geliştirmemiştim. Bunca zaman üzerimde ödeyemeyeceğim kadar çok emekleri olan, beni seven, canımdan kanımdan bu insanlarla maddi hesaplar yapmak zaten yüzümü yeterince kızartırken yine de içimde hep uzlaşabileceğimize ve beni anlayacaklarına dair bir umut taşıdım.

Bir süre onların hayal ettikleri hayatı sürdürmek için büyük gayret gösterdim. Onlar için mutluluk verici benim için aldığım nefes sayısının bile gözetlendiği hapishane hayatından farksız on ay geçirdik. Artık dayanamadığım noktada, ihtiyaçları olduğunda hep yanlarında olacağımı belirterek, evden ayrılmak istediğimi ve buna saygı duymaları gerektiğini söylediğimde ise, gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığının çok ötesinde ihanete uğramışlık duygusuydu. Birden dünyanın en nankör çocuğu olmuş, çıktığı kabuğu beğenmemiş, yemek yediği kaba pislemiş, eli para tutunca baba ocağını unutmuş ve şu an burada saymak istemediğim en kötü şeyleri yapmıştım.
Bir taraftan bana tüm yürekleriyle güvenen, destekleyen, hep ama hep inanan bu insanlara karşı büyük bir utanç içerisindeyim. Yaptıklarını düşündükleri ''değerlendirme hatası'' ile onları baş başa bırakmak, hayatımın geri kalanı için büyük bir iç sıkıntısı olacak. 
Diğer taraftan yaşamak istediğim, beni bekleyen, bunca çalışmanın karşılığını alabileceğim, düşlediğim hayat var. Kendimi bu noktaya taşırken onların beklentilerini görmezden gelmiş ve kolayca çözülebileceğini düşünmüş olmak da benim yaptığım bir ''değerlendirme hatası''. 
Ve yıllar sonra geriye dönüp baktığımda pişmanlıktan öleceğim, beni kahredecek bir ''değerlendirme hatası'' daha yapmaktan çok korkuyorum. Ancak bulunduğum bu durumdan çıkış yolunu da bir türlü bulamıyorum. 

Not. Kurgu tamamen hayal ürünüdür.
İllüstrasyonlar: Avogado6 Art' a aittir.





Sevda Dolu Bir Yaz

$
0
0
SEVDA DOLU BİR YAZ | ANKARA DT
1 perde | 65 dk
Yazan : FÜRUZAN | | Yöneten : ERAY ESEROL

Kız -Kim olduğumu, kimlerden olduğumu bilmek istiyorum!
Anne -Ne diye anlatıyorum bunları? Baştan sona ne diye oynuyorum bütün bunları sana? Kim olduğunu, kimlerden olduğunu bil diye.
Osmanlıdan günümüze nesiler boyu devam eden kimlik kavgasını, Anne ve Kız, tüm hayatı sorgulayarak sona erdirmeye çalışırlar. Sevda Dolu Yazlardan başlayarak, Füruzan’ın güzelim Türkçesiyle…

OYUNCULAR : ŞEYDA AKOVA BALCIOĞLU - YAPRAK SELİN ONAT - AYŞE AKINSAL


Füruzan Kimdir?


Feruze Çerçi veya tanınan adıyla Füruzan (d. 29 Ekim 1932, İstanbul), Türk yazar.
Çağdaş Türk edebiyatının önemli isimlerinden birisidir. Türk öykücülüğünde genellikle "küçük insanlar" diye adlandırılan toplumun ezilmiş, hakkı yenmiş, duyarlıklı iç dünyaları keşfedilmemiş insanlarını yazmıştır. Öykünün yanı sıra şiirden, romana, gezi yazısından, denemeye, şiire ve çocuk kitabına kadar edebiyatın farklı türlerinde eserler vermiş, öykülerinin bazıları tiyatro sahnesine ve sinema perdesine taşınmıştır. 1970' li yıllarda en çok dikkat çeken üç kadın yazardan biri olarak Sevgi Soysal ve Adalet Ağaoğlu' yla birlikte anılır.
Gülsün Кaramustafa ile birlikte yönettiği Benim Sinemalarım filmi, Türk sinema tarihinin en başarılı eserleri arasında sayılır.
Bu sene tiyatro sezonunu Elif ile birlikte Ziraat Sahnesi' nde açtık. Oyunun tek perde oluşu ve konunun anne-kız karakterleri etrafında dönmesi seçim nedenimdi. Elif ilk yetişkin tiyatro deneyiminden başarı ile çıktı. İyi bir tiyatro izleyicisi oldu, metnin ağırlığı ve bazen konunun zor ilerleyişine rağmen sıkılmadığını ve daha çok oyun izlemek istediğini söyledi :) Bu kış hafta sonu matine izleyicilerine biz de dahil olacağız gibi görünüyor.
Füruzan bu eserinde 1940-50' lerden 1970-80' lere uzanan bir öyküyü anlatıyor. Öyküde dört kuşak var. Hikayede, İstanbul' da bir köşkte yaşayan zengin ve köklü bir ailenin; sert, otoriter Büyük hanım figürü, ilk kuşak olarak yer alıyor. Küçük bey (evin oğlu)' in, yoksul komşu kızı ile yaşadıkları ilişki sonucu doğan kız çocuğu ve bu çocuğun ailede kabul görmemesi sonucu gelişen olaylar; kötü anılarla dolu geçen hüzünlü bir çocukluk öyküsü anlatılıyor.
Köşkte, annesini hiç göremeden, babasına baba demesine bile izin verilmeden besleme olarak büyütülen kız çocuğunun, evlendirilip bir kızı (dördüncü kuşak) olması ile kuşaklar tamamlanıyor. Biz temsilde iki kadın oyuncu görüyoruz. İlki köşkte büyüyen ve karşımıza anne olarak çıkan Şeyda Akova Balcıoğlu ve kızı rolündeki Yaprak Selin Onat. Bir de Besime Kalfa var (Ayşe Akınsal) görüntüleri ile oyuna eşlik ediyor.
Oyunun geçtiği zaman ise 80' ler. Sahnede üniversite öğrencisi olan kızını, dikiş dikerek zorluklarla okutmaya çalışan bir anne ve onun geçmişe dair anlattığı hikayeleri izliyoruz.
Perde, İncesaz'ın solistlerinden Melihat Gülses' in nostaljik sesinden ''Rüzgar Kırdı Dalımı'' isimli buselik makamından bir eser ile açılıyor. Oyunda iki kadın oyuncu, oyun içinde oyun oynayarak geçmişte yaşananları rolden role geçip izleyiciye anlatıyorlar. Sahnede büyük hanım, dede, baba, kalfa, anne anneyi farklı farklı şekillerde görüyoruz. Çünkü bu rollere kah Şeyda Akova Balcıoğlu kah Yaprak Selin Onat giriyor.
Yönetmen Eray Eserol, Behzat Ç. dizisindeki Tahsin Amir:) Kostümler, dekor, müzikler, ışık ve sahne detayları iyiydi. Oyunculuk olarak Şeyda Akova Balcıoğlu' nu daha başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Anne-kız rolüne uygun olamayacak kadar yaşları yakındı ancak bunu ben kendi adıma sorun etmedim, hayal gücüm ile yaş farkını artırdım:) Metin; içine alan, sürükleyen, akıcı bir metin değildi. Oldukça hüzünlü ve dramatik bir öyküydü anlatılan ve finalde verilmeye çalışılan olumluluk bu duygusal ağırlığı hiç dağıtamadı. Final, oyunun içerisinde kayboldu. 
Bu oyunun, ulaşım ve zaman avantajı ile Ankara' lı tiyatro severler için güzel bir alternatif olabileceğini düşünüyorum ve her zaman olduğu gibi ''yaşasın tiyatro'' diyorum!

-"Babamla geçen tren yolculuğumu, sıkıntılı, kasvetli zamanlarımda, hatta düğünümde bile düşünmüşümdür.
Bana düğün de yaptılar elbette.
Ayaklı Singer dikiş makinem de çeyizimdendir."
-"Bir ara gözleri bana rastladığında, kimsenin seçemeyeceği çabuklukta, kışkırtıcı bir göz kırpmayla, kaçamak bir şekilde gülümseyiverirdi.
Beni severdi, biliyor musun severdi, sahiden severdi."
-"Bir de 'gençler birbirlerini görsünler' dendi.
Aman bilsen babanın nasıl da bembeyazdı elbiseleri. Ayakkabıları da öyle.
Denizaltıcı.
Boyu boyuma göre uzun, çenesi güzel bir adam. Denizgediklisi.
'Olur efendim' dedim. Ne diyecektim ki...
Evlendik."

Şenol Abi

$
0
0
Henüz mahallemize taşınırken dikkatimi çekmişti Şenol Abi. Eşyalar kamyondan indirilip yan binamızın üçüncü katına çıkarılırken, O ikili koltuğu saksı taşır gibi omuzlamış, verandadan kendisini şaşkınlıkla izleyen bana gülümseyerek göz kırpmıştı. 

Kısa süre sonra yaptığı güç gösterileri ile mahalledeki tüm çocuklar için büyük bir merak unsuru olmuştu. O da bizleri sevmiş ve sadece arkadaşlığımızı değil hepimizin hayranlığını da kazanmıştı. Çünkü birer tane bacaklarında koala olan, birer tane omuzlarında, bir tane de kucağında beş çocuğu birden taşıyabiliyordu:) 'R' harfini söyleyememesinin sevimliliği ile bizlerle sohbet etmekten hiç sıkılmıyor bize bir sürü hikayeler anlatıyordu. Bakkaldan gazoz, çekirdek ısmarlıyordu. Apartmandan çıkar çıkmaz etrafını saran çocuklardan görünmez oluyor, peşinde bir çocuk ordusu ile dolaşıyordu. Bisikletimiz mi bozuldu çare onda, düştük bir yerimiz mi kanadı doğru Şenol Abi'ye, kavgaya mı tutuştuk Şenol Abi çözerdi. 
Sadece çocukların değil büyüklerin de vazgeçilmezi olmuştu. O kadar güçlüydü ki herkes onu isterdi. Ev mi taşınacak, kum mu çekilecek, tamir işleri mi elinden gelmedik iş yoktu. Fındık toplama vakitleri en aranılan ırgat oydu. Hiç yorulmaz, gık demez akşama kadar gülümseyerek çalışır, en yüksek dallara, en imkansız uçurumlara iner bahçeyi kurtarmadan bırakmazdı. Fındık çuvallarını üst üste koyup ikişerli taşırdı. Hele babam bayılıyordu Şenol Abi' ye. Balığa çıkarken Şenol, ava giderken Şenol, fındıkta Şenol, başakta Şenol :)

Alt katlarında oturanlar hem onların ev sahibi hem benim yakın arkadaşlarımdı o yüzden kardeşim, ben, Ali ve Feyza öncelikli çocuklardık Şenol Abi nezdinde:) Bir de yeğeni Deniz vardı. Şenol Abi' nin ablası boşanmış, kızı Deniz ile birlikte onlara taşınmıştı. Biz beş çocuğa Şenol Abi bir yaz rüyası yaşatıyordu. 
Bir gün dedi ki ''Pıypıylı uçurtma yapacağım size, uçtukça pıy pıy edecek, biz de aşağıdan duyacağız''. Malzemeleri birlikte almış, üç çıtalı, altıgen, rengarenk, uzun kuyruklu uçurtmamızı hep birlikte yapmıştık. Sonra deniz kenarındaki boş alana gidip, uçurtmayı uçurmuştuk. Şenol Abi' nin o gün ne kadar mutlu olduğunu, belki bizlerden çok daha keyifli olduğunu hatırlıyorum. Hepimiz tek tek uçurtmanın ipini tutmuş, uçurtmayı yönlendirmeyi, yükseltmeyi, alçaltmayı öğrenmiştik. O hakimiyet duygusunu ve o gücü hissetmemizi sağlamıştı. Pır pır sesinin bizi çok mutlu ettiği harika bir gündü.  

O yaz en mükemmel tüftüf, en profesyonel sapan, en hızlı tornet, en büyük uçurtma, en güzel ok-yay, en çok gazoz kapağı ve en çok hava bizdeydi:)

Mevsim yazdı ve yüzmek bizim işimizdi :) Şenol Abi ile neredeyse havanın yüzmeye elverişli olduğu her gün limanın ucundaki Kumluk dediğimiz yere yüzmeye giderdik. Liman, mendirek de derdik, büyük kayalıklardan yapılmış bir dalga kırandı. En uçta üzerine tırmanmaya bayıldığım bir deniz feneri vardı. Kasabamız girişinde liman, çıkışında ise iskele olan bir kıyı kasabasıydı ve liman-iskele arası yüzebilmek çocukluğumun en prestijli deneyimiydi. Şenol Abi bir gün bize bu fikir ile geldiğinde kendimi uzaya çıkacak kadar heyecanlı hissetmiştim. Hepimiz yüzme biliyorduk ancak tedbiren simitlerimiz, kolluklarımız, paletlerimiz ile Şenol Abi' nin peşinde ördekler gibi nasıl mendirekten, iskeleye yüzüp geri gelebildik, düşündükçe hala şaşıyorum :) 
Şenol Abi çok spor yapıyordu ve çok güçlü akciğerlere sahipti. Suyun altında hareket halinde olmasına rağmen çok uzun süre kalabiliyordu. Bir gün dedi ki, ben denizin dibinde yürümek istiyorum:) Şnorkellerle onu izledik. Suyun altında devasa bir kayayı kucaklayıp, kaya sayesinde denizin dibinde yolda yürür gibi yürümesi, bir film sahnesi gibi gözlerimin önünden hiç gitmedi. Hatta bir süre sonra işi ilerletmiş o kayayla yürürken biz de beline sarılıp suyun altında onunla gezmeye başlamıştık. Bugün bu kadar iyi yüzüyorsam, bunu Şenol Abi' ye borçluyum.

Suyun altında bu kadar kalabilmenin farklı kazanımları da vardı; Şenol Abi en büyük ve en lezzetli midyeleri bizim için topluyor, onları taş ve tenekeden yapılmış düzenekte pişirerek afiyetle bizlere yediriyordu. Tuz ve ekmek ile yediğimiz bu atıştırmalık, çocukluğumun en lezzetli yiyeceği olmuştur her zaman. 

Şu an nerede ve ne yapıyor hiç bilmiyorum. Sonraki yazlar ya uzak bir inşaatta çalışmaya başlamıştı ya da ben biraz daha büyümüş farklı arkadaşlar bulmuştum. Ancak O, çocukluğumun en güzel yerinden bana hep gülümseyerek bakmaya devam etti. Şenol Abi, yetişkin kavramı ile bağdaşamayacak şekilde hesapsız, hevesli, coşkulu ve tertemizdi. Şenol Abi bir yetişkin değil, sadece biraz fazla büyümüş dev cüsseli bir çocuktu :)

Not. Görseller Pascal Campion.

Kış Masalı

$
0
0
2 perde | 2 saat 45 dakika
Yazan : WILLIAM SHAKESPEARE | Çeviren : TURAN OFLAZOĞLU | Rejisör : HAKAN ÇİMENSER
KONU: Sicilya Kralı Leontes'in, uzun süredir sarayında ağırladığı eski dostu Bohemya Kralı Polixenes ile karısı Hermione arasında bir ilişki olduğundan şüphelenmesi ile olaylar başlar. Bu kıskançlık Kral ile birlikte etrafındakilerin de hayatına dokunacaktır.
Değiştiren ve dönüştüren, başlatan ve nihayetlendiren, ayıran ve birleştiren, var eden ve yok eden zaman...
Bırakın zaman örtsün üzerini her şeyin, bu masalın sihriyle. 
OYUNCULAR: MESUT TURAN-EKİN TUNÇAY TURAN-MEHMET DEMİRALP-FÜSUN GÜNUĞUR-GÖKÇE YURTSAL-FARUK GÜNUĞUR-BİLAL GÜRDERE-BAHADIR KARASU-EMRE ERÇİL-SELİN KAHRAMAN-KORAY ALPER-GİZEM YÖNEL-İSMET TAMER-DUYGU BİÇER-BENGÜ ATAR-SERCAN ÇELİK-H. ÇAĞRI İLİKOĞLU-S. EYLÜL NALBANTOĞLU-TANSEL AYTEKİN-YAĞMUR EVİN
Bohemya kralı Polixenes Sicilya kralı Leontes'in sarayında konuk olarak kalmaktadır. Karısıyla Polixenes arasında uygunsuz ilişkiler olduğunu sanan Leontes, konuk kralı öldürmeye kalkarsa da, Polixenes kaçmayı başarır. Öfkelenen Leontes, karısı Hermione'u hapse attırır.
Kadın orada bir kız çocuğu doğurur. Sicilyalı soylulardan Antigonus'un karısı Paulina, çocuğu krala gösterip onu merhamete getirmeye çalışır, ama çabası boşa gider. Leontes, çocuğu ıssız bir deniz kıyısına bırakmasını buyurur Antigonus'a. Delphos Tapınağı'nın kâhinleri Hermione'un suçsuz olduğunu bildirdikleri halde, kulak asmaz Leontes. Ancak, oğlu Mamillus, annesine kötü davranılmasına dayanamayıp ölünce, Sicilya kralı kederden allak bullak olur.
Bu arada, Antigonus, Hermione'un küçük kızı Perdita'yı Bohemya kıyılarına bırakır; dönerken bir ayının hücumuna uğrar ve ölür. Perdita genç bir kız olduğunda, Bohemya kralının oğlu Flozel ile karşılaşır. İki genç birbirini sever.
Ancak, Kral Polixenes bunu öğrendiğinde öfkelenir. Sevgililer kaçıp Sicilya kralının sarayına sığınırlar. Perdita'nın kim olduğunu öğrenen Leontes hem sevinir, hem de karısını yitirdiği için üzülür. Bunun üzerine Paulina, karısının bir heykelini göstermeyi vaad eder Leontes'e…
Temsil, 1611 yılında yazılmış oldukça farklı bir Shakespeare eserinin Hakan Çimenser yorumu. İlk perdede Sicilya kralı Loentes(Mesut Turan)' in yaşadığı ağır kıskançlık duyguları ile baş edemediği karanlık bir trajediyi, ikinci perdede ise renkli görüntüler ve dansların yer aldığı, Sicilya kralının kızı Perdita ve Bohemya kralının oğlu Flozel' in aşık olması ile romantik anların da yaşandığı komedi öğeleri de içeren bambaşka bir kurguyu izledik. İlk perdenin sonunda rejisörün tercihi olduğunu düşündüğüm Antigonus' un ayı tarafından parçalanarak öldürülmesi absürt komedi şeklinde canlandırıldı. Ve o ağır trajediden absürt komediye jet gibi geçiş izleyiciden olumlu bir tepki aldı bence :) İkinci perde ise, eserin adının neden 'Kış Masalı' olduğunu fark edeceğiniz masalsı bir final ile sonlandı.
İlk perde boyunca Sicilya kralını oynayan Mesut Turan'ın oldukça başarılı bir performans gösterdiğini düşünüyorum. Mesut Turan'ı daha önce 'Yastık Adam' da iyi polis Tupolski karakteri ile izlediğimi ve orada da başarılı bulduğumu hatırlıyorum.
Ve Emre Erçil de başarılı bulduğum bir diğer oyuncu oldu. Enerjisi ve canlandırdığı karakter ile oyuna iyi bir katalizör olduğunu düşünüyorum. Emre Erçil' i de daha önce 'Çalıkuşu' oyununda izlemiştim.

Bohemya kralı Polixenes' i canlandıran Mehmet Demiralp' i de Şempanzeler oyunundan anımsıyorum:) 

Kış Masalı, Ankara Devlet Tiyatrosunun usta oyuncularını barındıran iyi bir kadroya sahip. Ve bir kaç detay dışında (Sadece Paulina rolü ile Füsun Günuğur' u ses ve görsel olarak oyunun içine tam nüfus edememiş ve sanki oraya ait değilmiş gibi hissettim. Kendisinin tiyatroya yıllarını vermiş usta bir sanatçı olduğunu biliyorum ancak bu oyunda yolunda gitmeyen bir şeyler vardı sanki) oyunun bütününü etkileyecek bir olumsuzluk hissetmedim.

Oyunu ve oyuncuyu destekleyen dekor, kostüm, müzik, koreografi başarılıydı. 
Süre olarak tiyatro için uygun bir süreye sahip olmasına rağmen özellikle ikinci perdedeki bazı sahneler, izleyiciye saatlerine bakmayı hatırlatacak kadar uzatılmıştı. İzlemesi çok kolay olmayan ancak iyi bir metne, iyi bir kadroya sahip Akün Sahnesinde oynanan Kış Masalı' nı Ankara tiyatro izleyicinin izlemesi gerektiğini düşünüyorum :)

Napier' in Kemikleri

$
0
0


John Napier (1550 - 1617) İskoç bilim adamı ve matematikçidir. Napier matematik işlemlerini basitleştirmeye çalışmış ve bu amaçla logaritmayı ve Napier Kemikleri adı verilen bir hesaplama sistemini geliştirmiştir.
Napier Çubukları da denilen bu sistem sayesinde insanların zorlandığı çarpma, bölme ve karekök alma gibi işlemler oldukça kolay hale gelmiş ve o yıllardaki ticarette sıklıkla kullanılmıştır.Napier kemikleri üzerilerine rakamlar kazınmış tahta çubuklardan oluşur. Bu çubuklar ile sayılar oluşturulur ve basit yöntemler ile hesaplamalar yapılır.
Napier ile Eren' in ödevi sayesinde tanıştım. Ve Napier' in sistemini anlayınca hem çok şaşırdım hem de çok etkilendim. Yapımı oldukça kolay olan Napier kemiklerini, siz de evde çok rahat yapabilirsiniz. Biz sadece çarpma kısmıyla ilgilendiğimiz için diğer işlemlerin nasıl yapıldığını bilmiyoruz.
1.Adım) 10 birime 9 birim karelerden oluşan çizimi yaparak, ilk sırayı 0' dan 9' a kadar numaralandırıyoruz. Her bir kareyi ise köşegenlerinden çapraz olarak ikiye bölüyoruz.
2.Adım) 3 sütunu üzerinden örneklersek, ilk haneler onlar basamağı ve ikinci haneler birler basamağını anlatıyor. Ve 3'ün katları şeklinde gidiyor. 06-09-12-15-18-21-24 ve 27. Her sütunu bu şekilde dolduruyoruz. Bunlar bizim kemiklerimiz olacak :)
3.Adım) Tablayı oluşturmak. Satırları 1' den 9' a kadar numaralandırıyoruz.
4.Adım) Kemiklerimiz tabla üzerinde böyle görünmeli.
5.Adım) Sayı sütunlarımızı kesiyoruz. Ve eğlenmeye hazırız. 
Üç tane örnek üzerinden çarpma yapmaya çalışacağız :)
Örnek 1) 8.491 ile 9 ' u çarpalım. 8-4-9-1 sütunlarını tablaya sırasıyla yerleştiriyoruz. Ve 9 satırına odaklanıyoruz. En son haneden başa doğru çaprazları ok yönünde topluyoruz. Bulduğumuz sonucun son basamağı oluyor. 
(9)-(0+1)-(8+6=14, 14'ün 4'ü, elde var 1)-(3+2=5, 1 de elde=6)-(7)
9-1-4-6-7 biz rakamları aynı çarpmada olduğu gibi tersten yazınca sonuç 76.419:)
En keyifli kısmı ise hesap makinesi ile kontrol etmek.
Örnek 2)82x75=? Önce 5 satırını buluyoruz:410, sonra 7 satırını 574. Ve aynı normal çarpmada olduğu gibi bu iki sayıyı alt alta yazıp, topluyoruz. Sonuç=6.150 :)
Örnek 3) 4.582x59=? Önce 9 satırı ile işimizi hallediyoruz. 41.238.
Sonra 5 satırını yapıyoruz. 22.910. 
Alt alta yazıp normal çarpmada olduğu gibi ilk rakamın son basamağının altı boş kalacak şekilde topluyoruz. 
Sonuç= 270.338 :) 
Hesap makinesi ile kontrol etmeyi unutmayın :)

Çemberin Altı Noktası-Kulis Sanat

$
0
0
5 yıl ya da 50 dakika insan hayatında neler değiştirir ?
İş dünyasının önemli isimlerinden biri, tanınmış bir psikolog ve sıradan bir adam! Bir Plaza asansöründe mahsur kalıyor ve hikaye başlıyor. Bu üç hayatı burada birleştiren kader mi? Seçimler mi?
Küçücük dünyamızda büyük kesişimler rastlantı olabilir mi? İster istemez iletişim kuran bu üç yabancı zamanla birbirlerine en gizli anılarını açıyor. Günahlar, sevaplar, hatalar, pişmanlıklar, keşkeler, itiraflar… Masumiyet çok sık el değiştiriyor bu asansörde.
Bu güzel bir terapi biçimi, peki asansörden çıkmadan sorunlarına çözüm bulabilecekler mi?

1 Perde - 1 Saat
Oyun Yazarı: Gasper Jegnar takma adını kullanan Onur Algın.
Oyuncular: İrfan Kılınç - Çisel Ocak - Emre Kaymak
Yönetmen: Emre Yurttakalın

İlk tercihim Devlet Tiyatroları olsa da özel sahnelere şans vermek gerek gerektiğini düşünüyorum. Ve bu şekilde çok farklı topluluklar ile de tanıştığımı söylemek istiyorum. Örneğin Tatbikat Sahnesi, Devinim Tiyatro, Ankara Sanat Tiyatrosu ve son olarak Kulis Sanat deneyip beğendiklerim. Perde Sanat deneyip çok bana hitap etmemiş bir oluşum. Ve Bilkent Tiyatro ile Bambu Tiyatro ise şu an denemek istediklerim :) 
Bu fotoğrafta İrfan Kılınç yerine bazı afişlerde de olduğu gibi Ersen Ocak var. 
Oyunun tek referansı benim için 'İkinci Katil' ile tanışıp çok beğendiğim İrfan Kılınç' tı. Diğer detayların hiçbiri hakkında bir fikrim yoktu, dolayısıyla oldukça düşük beklentiler ile oturdum yerime. 

Sahne açıldığında bir asansörde kapalı kalmış üç kişi görüyoruz, ancak altı kişinin hayatının kesiştiği bir çember içerisinde geçiyor olaylar. Bu nedenle ''Çemberin Altı Noktası'' oyunumuzun adı:) Gerçekten etkileyici bir metin bu kadar iyi olacağını açıkçası beklemiyordum. Rahatsızlık veren en ufak bir cümle, sırıtan tek bir kelime yoktu. Final kurgusunu başarılı bulduğumu eklemeliyim.

Oyunculuklar konusunda ise İrfan Kılınç'ın  inanılmaz olduğunu, ses, mimik, vücut dili her şeyi tam ölçüsünde kullandığını söyleyebilirim. Ve Çisel Ocak'ın da sahnede hiç sönük kalmadığını ve oldukça başarılı bir performans gösterdiğini; Emre Kaymak'ın ise oyun sonlarına doğru artan etkisi ile oyunculuğunu fark ettirdiğini ve sahneye çok yakıştığını düşünüyorum. Üç oyuncunun enerjisi de oldukça uyumluydu.  

Oyun Kulis Sanatta, Kulis Sanat Bahçelievler 7.Caddeye çok yakın, küçük şirin bir yer. Oyun çıkışında oyuncular ile çay, kahve içebilir ve sohbet edebilirsiniz. İrfan Kılınç ile yaptığımız sohbette ''12 Öfkeli Adam''ın Aralık programında Ankara Devlet Tiyatrolarında olacağı bilgisini de aldığımı paylaşmak istiyor ve 'yaşasın tiyatro!' diyorum :))
Viewing all 432 articles
Browse latest View live