Quantcast
Channel: Anne Kaleminden
Viewing all 432 articles
Browse latest View live

eğitimde tek tip mi özgün kıyafet mi

$
0
0
bugün resmi gazete yayımlanan bir yönetmeliğe göre 2013-2014 öğretim yılında tek tip kıyafet uygulamasının son bulacağı ve serbest kıyafet uygulamasına geçileceği açıklandı:
gördüğüm kadarıyla ilk tepkiler olumsuz, işin siyasi-politik yanını tamamen bir tarafa bırakırsak;
1-zaten çocuklar arasında süregelen zenginlik-fakirlik vurgusunun güçleneceği, zengin ailelerin çeşit çeşit alacağı markalı kıyafetlerin varlıklı olmayan aileler için sorun oluşturacağı,
2-çocukların her sabah ne giyineceklerini düşünmesinin, olumsuz bir rekabet ortamı oluşturacağı,
3-şort, tayt, dizüstü etek, derin yırtmaçlı etek, kısa pantolon, kolsuz tişört, kolsuz gömleğin yasak olmasının nasıl bir kıyafet serbestisi olduğu 
4-tek tip kıyafetin çocuklarda gruba ait olma hissini güçlendirdiği, okul çıkışlarında okul dışından gelen çocukların ayrımının zorlaşacağı
5-süslü kız annelerinin isyanları var: her gün prenses gibi süslenip tuvaletlerle tütülerle okula gitmek isteyen kreş çocuklarıyla ilkokula başlayınca nasıl başa çıkacağız, 

bu kılık kıyafet olayına anne baba olarak maddi manevi epey mesai harcayacağız gibi görünüyor.

peki tek tip kıyafetin kaldırılmasının olumlu tarafları yok mu?

-okul yönetiminin her sene değiştirdiği okul forması bazı kesimlere rant sağlıyordu.
-kız çocukları için etek, erkek çocukları için pantolon dayatması rahatsız ediciydi.
-tek tip kıyafet, her ne kadar disiplini çağrıştırsa da özgür iradeye ket vuran ve bilinç altına itaat mesajı veren bir uygulamaydı.

gerçekten çok kafa karıştırıcı bir düzenleme, olumlu ve olumsuz tarafları var. gelişmeler nasıl olacak ilgiyle takip ediyorum...



kötümser anne tespitleri

$
0
0
-bir grup çocuk çok eğlenceli, gürültülü, kahkahalı, hareketli bir oyun oynuyorsa muhtemelen oyun birinin ağlamasıyla biter.

-tüm günü emre amade her istediklerini yaparak geçirseniz bile, gün sonunda basit bir nedenden ağlayacak bir şey bulurlar.

-bir arkadaşınıza çocuğunuzun olumlu bir davranışından (uyku, yemek, tuvalet, söz dinleme vb:) bahsederseniz, en kısa sürede o konuda geri dönüş yaşarsınız.

-çocuğunuz karnının ağrıdığını söylüyorsa %80 kusacaktır.

-geç yatan geç kalkar kuralı çocuklar için geçerli değildir.

-bir bebeğin altı açıkken çiş yapma ihtimali, altı bezliykenden daha yüksektir.

-büyüdüklerinde onlarla vakit geçirmekten keyif almaya başlarsınız fakat bu kez sizi istemezler. onları geri kazanmanın tek yolu evlenip çocuk yapmalarıdır.

-ortamda hasta bir çocuk varsa, mikrobun sizin çocuğunuza geçme olasılığı çok yüksektir.

-o gece çocukları erken uyutmak için bir nedeniniz ve çabanız varsa, bunu hissederler ve her zamankinden daha geç uyurlar.

-ilk çocuğunuz arıza ise muhtemelen ikinci de öyle olacaktır.

aklıma gelenler bunlar, tabi biz gene de iyimser olalım :)

görsel:rafal olbinski


anne kaleminden 3 yıl

$
0
0
ne çabuk geçiyor zaman... 4 aralık 2009' da ilk yazımı yayınladığımda; eren 1, elif 2,5 yaşındaydı... hayatımızın son 3 yılının kayıt altında olmasını seviyorum... internet günlüğü açmaya karar veremeyen ama blog okumayı seven çok insan olduğunu biliyorum, bence hiç zaman kaybetmesinler... kendi adıma keşke elif' e hamile kalmadan 1 yıl önce başlasaymışım yazmaya diyorum. o dönemde yaşadığım infertilite psikolojisini, aşılama tedavilerini, tüp bebek sürecini ve tüm hissettiklerimi aktarabilseydim... sonra elif ile hamilelik, elif elimde eren karnımda, 0 ve 1,5 yaş çocuklarıyla evde :) sanırım son bölümde deli anne' ye rakip olabilirdim :) 

neyse zaman geçip çocuklar büyüdükçe temamız biraz farklılaşabilir diye düşünsem de bu henüz gerçekleşmedi :) ama asıl olan benim hissettiklerim kendi hayatım... öncelik sıramda ne varsa onu yazıyorum. konuyu sürekli aile-çocuk merkezinde tutmak gibi bir kaygı taşımaksızın...

burada olmayı, yeni insanlar tanımayı, sesime ses duymayı ve her blogger gibi yorum almayı çok seviyorum :)  

yaşasın blog yazmak :))) 

body worlds ankara

$
0
0
hiç unutamayacağınız bir deneyim yaşamak isterseniz, bu sergiyi mutlaka gezmenizi öneririm. yaklaşık 2,5 saat süresinde her bir kartı okuyarak, her bir numuneyi inceleyerek, ağzım açık bir şekilde sergiyi gezdim. sadece biri bende olumsuz hisler uyandırdı ve çok uzun süre bakamadım(son kare). o kadar yakınımda ve arada hiç bir engel olmaksızın, lime lime olmuş gerçek bir vücutla karşılaşmak bana biraz ağır geldi sanırım. 

body worlds (yaşam döngüsü) ;plastinasyon yönteminin mucidi dr.gunther von hagens' ın dünyanın bir çok ülkesinde büyük ilgi gören anatomik sergisi; 6 haftalık bir zigottan 32 haftalık bebeğe kadar numunelerin bulunduğu bölüm ile başlıyor. sırasıyla ergenlik, bedenin zirvesi ve yaşlanma temalarına uygun numuneler, açıklamalar ve sözler ile devam ediyor. hastalıklı hücreler, sigara içen akciğerler, safra taşları, çelik protezli bacak, çekmece adam, kaslar, damarlar, sinirler derken insan gerçeklik yanılsamasına düşüyor.  

gezenler arasında 65 yaş üzeri ve tıp öğrencileri çoğunluktaydı. atmosferde manevi bir ağırlık hissedeceğimi düşünmüştüm ama (aşağıdaki dışında) daha çok hayret ve hayranlıkla gezdim. beden bağışı yapan bu insanların, yaşarken nasıl bireyler olduklarını ve bu kararı nasıl verdiklerini merak ettim. gerçekten tıp bilimine inanmış, hümanist ve cesur insanlar olduklarına karar verdim. ama yine de bedenimin ya da bir yakınımın plastine edilmesini istemezdim...


eylül ayından itibaren kentpark avm de devam etmekte olan sergi için 31 aralık son gün... bilet fiyatları değişiyor, tam bilet 25 tl. ama verdiğiniz para ile edindiğiniz deneyim boy bile ölçüşemez diyorum...

can dündar aşka veda

$
0
0
o bir romantik, bir gazeteci, belgesel yapımcısı, objektif bir televizyoncu, o bir baba ve bir kadın hakları savunucusu :) türkiye' de kadınları çok iyi anladığını düşündüğüm az sayıda erkekten biri. bu sebeple okur kitlesi ve hayranları daha çok kadınlardan oluşuyor. harika tespitleri, röportajları,  zihnimizde açtığı pencereler ve şiir gibi kafiyeli yazıları ile bir hüzün fabrikası... ayrıca demode gözlükleri, dağınık saçları ve etkileyici ses tonuyla oldukça sempatik, kibar, mütevazi ve etkileyici... 

köşe yazılarını kaçırmamaya çalıştığım, kendi sitesini sık kullanılanlara eklediğim can dündar' ın; kadın, erkek, aşk ve evliliği konu eden denemelerinin derlendiği aşka veda kitabını çok çok sevdim. kadınlar ve erkekler üzerindeki derinlemesine analizleriyle bizi bu derece anlamaya çalışmasına saygı duydum. türk toplumu açısından aşkın yıllara göre değişimini, aşk ve aşka dair betimlemelerle her zamanki gibi çok güzel anlatıyor. bir solukta okunabilecek ancak ara ara tekrar okuma isteği duyabileceğiniz bir başucu kitabı... bu sevgi insanının evlilik konusundaki düşünceleri ise üzerinde düşünülmeye değer...

her ne kadar sevmeyenleri olsa da, genç kız yazarı, devrin adamı deseler de; yaşadıklarının hesabını kamuoyuna değil hesap vermesi gereken tek kişiye verdiğini söyleyecek kadar cesur bu adamı seviyorum... 

2012 ye fotoğraflarla bir bakış

$
0
0
bu sene arkadaşlığın değerini daha iyi anladılar ve dostluklarını ilerlettiler...
elif 5. ve eren 4.yaşını 2012 yılında bitirdi...
 elif kreşteki 3. yılını, eren 2.yılını tamamladı...
elif ilk kez 23 nisan 2012 de bir ekibin parçası olarak sahneye çıktı...
 ilk anıtkabir ziyaretlerini bu yıl yaptılar...
bu yaz tatilini altınoluk' ta geçirdiler...
jimnastik eğitimine başladılar...
elif süt dişlerini dökmeye devam etti, 2012 aralık ayında görüntüsü bu şekildeydi :)
elif ile anne-kız olarak ilk kez şehir dışı gezimizi bursa'ya teyzemize yaptık, kuzeninin bale gösterisini izledi...
bu sene birbirlerine harika birer oyun arkadaşı oldular...
veee yeni yıl ağaçlarını süsleyerek 2013 için hazırlandılar :) 2012 yılı bizim için kendimize nispeten daha fazla vakit ayırabildiğimiz, çocuklu olmanın cefasını değil sefasını sürmeye başladığımız bir yıl oldu. araba kullanmayı yavaş da olsa ilerlettim ve en son çocuklarla trafiğe tek başıma çıkabilecek duruma geldim. sevdiklerim, ailem ve herkes için 2013 yılının daha az sağlık sorunlu ve iş yaşamında daha başarılı geçmesini diliyorum....şimdiden herkese mutlu seneler :)

eren' in imaları, elif' in isyanları

$
0
0

daha 2,5 yaşındayken dondurma yemek istediğini direk değil de "anneee dilim terledii, dilim çok terliyoooo" diye ifade ediyordu, büyüdükçe dozajı artırdı :)

E:anne ben yazı yazmayı bilmiyorum ki, mesela mor-pa yazamam.
A:eren'cim  bilgisayarda morpa çocuk mu oynamak istiyorsun??
E:hmmm... evet desem yalan olmaz ki :))

E:anne bak masamın üzeri bomboş, hiç bir şey yok...
A:olsun oğlum uyku vakti zaten, boş olsun...
E:belki suyumu getirirsin diye düşünmüştüm.
A:!! (her akşam yatmadan masasına bir bardak su koyduğumu unutmuşum:)

E:anne odama baksana ne kadar dağılmış, hem ben daha tam büyümedim diğ mi anne, elif kadar büyümedim, senin kadar da büyümedim, bu evde en küçüğüm... 
A:evet ama odanı toplayacak kadar büyüdün...
E:keşke bana biri yardım etseydi anne, işlerim çok kolay olurdu...

bir de eren' in genellikle elif' le sorun yaşadığımız durumlarda ortaya çıkan akıllı anlayışlı ama gıcık çocuk halleri vardır:
"ben artık annemi hiç üzmiycem, yaramaz olmıycam, akıllı olcam"
"zaten canım hiç çikolata yemek istemiyo, yoğurt istiyo, çikolata zararlı diy mi anne"
"anneee sana süprizim var, odama gelir misin, bütün oyuncaklarımı topladım"

elif' e kızdığında; "anne keşke elif' i doğurmasaydın, ben böyle abla istemem, benim dediklerimi yapan abla isterim" 

bir ara da neden önce elif' i doğurdum da onu doğurmadım diye burnumdan getiriyordu. çünkü daha büyük olmak istiyormuş. videoya çektim delil olarak saklıyorum :)


yalnız başına ya da yetişkin ortamında hiç sorun çıkarmayan, kendi kendine oynayan, işbirlikçi, uyumlu, sakin bir oğlum var. ancak elif ile birlikte çete ruhu ortaya çıkıyor. zaten elif tam bir çete lideri, ne kadar aklı başında kendi halinde çocuk varsa, hepsini militana çeviriyor. "-sen bana karışamazsın, hayatımı yönetemezsin, senin söylediklerini yapmak zorunda değilim, bana emir veremezsin, ben hizmetçi değilim" şeklindeki söylemleri ergenlik döneminde yaşayacağımız çatışmaların sinyallerini şimdiden veriyor. bir de geveze, tanrım o çene hiç mi susmaz, o popo hiç mi oturmaz. hep eğlence, hep oyun, hep aktivite,  hep hareket olsun hanıma...


eren, elif ile onun muridi şeklinde mutlu mesut oynarken, ortama 3.bir çocuk dahil olduğunda tüm ezberi bozuluyor. elif' i kimselerle paylaşamıyor. onun başka bir çocukla oynamasını hazmedemiyor. kıskançlık, ağlama, oyun bozma, şiddet vs elindeki tüm cephaneler ile ortamı sabote ediyor.  

valla onu bunu bilmem ama çocuklar büyüdükçe donanımımızı her yönden artırmamız şart, ileride bunlara ne laf yetişir, ne söz. suya götürür susuz getirirler adamı. tırsmıyorum desem yalan olur gelecekteki ergenlik tsunamilerinden...




merhaba 2013 merhaba silgi tozu

$
0
0
annem derdi de önemsemezdim, bu silgi tozu hatırı sayılır kalıntı bırakıyormuş geride...  elif ile 2 sayfa ödev yaptık her tarafa silgi tozu oldu. seneye okula başlayınca ödev yaparken yanımıza bir şarjlı süpürge koymamız gerekecek sanırım :)
elif' in günlük aile katılım ödevleri oluyor bir de. mesela odanızın ısısını ölçüp bir kağıda yazın, tükenmez kalem ve kurşun kalemin kullanım yerlerini öğrenin, yatağınızın uzunluğunu ölçün vb. ya bunlar kolay da okula başlayınca proje ödevleri falan oluyormuş, ben milli eğitim bakanından o anaların babaların anasını ağlatan proje ödevleri ile el yazısını kaldırmalarını şiddetle talep ediyorum. ben şimdiden zorlanıyorum, seneye elif, sonraki sene eren okula başlayınca ne yapacağım bilmiyorum.
elif' in son resimleri... hep kuşlar, çiçekler, kalpler, yıldızlar, kelebekler, uğur böcekleri :) iç dünyasının ne kadar eğlenceli olduğunu anlıyorum yaptığı resimlerden.



bu sene herkesin yeni yıl dilek listesi gerçek olsun, merhaba 2013!


kitap okuma şevki

$
0
0
uzun zamandır kitap okumaya çalışıyorum, murathan mungan' ın şairin romanı'nı gayet keyifli zevkle ama oldukça uzun sürede bitirebildim... sonra araya bir çırpıda okuyabildiğim empati (adam fawer) girdi. gene daha önce okuduğum yüksek topuklar'ı (murathan mungan) bir kez daha okudum. bu arada aşka veda' yı (can dündar) okudum beğenerek. sonra ayşe kulin' in bora'nın kitabı' nı bir solukta bitirdim. oh dedim yaa araştırma, tarih, edebiyat falan geçtim şöyle dedim akıcı uçucu çıtır çerez okuyacağım ben artık, geçmiş benden felsefe edebiyat... nereden denk geldim best seller listesinden 7.gün' ü (ihsan oktay anar) aldım. yani 7 gün sonuçta su gibi geçer gider diye düşünmüştüm. yok arkadaş gitmedi bitmedi. süründü epeyce elimde, tam kitap okuma şevkimi kaybediyordum ki yeter yahu dedim zorlamayacağım, bırakıyorum. çok nadir yaptığım bir eylemdir okuduğum kitabı yarıda bırakmak.

sonra bir kitap siparişi verdim. içinde mümin sekman' ın kişisel gelişim serisinin ve ne zamandır okumak istediğim george orwell' ın hayvan çiftliği' nin yer aldığı... hayvan çiftliği' ni tek oturumda 3-4 saat gibi bir sürede bitirdim, hatta arada çocuklar beni rahatsız ettikçe onlara da okudum. gayet de beğendiler valla :) iktidar yanılsamasını ve yönünü şaşıran devrimleri anlatan bir politik taşlama... sonra suç bende değil yaptığım yanlış tercihlerde diyerek, hemen o gazla bin muhteşem güneş(khaled hosseini), iskender(elif şafak), hikayem paramparça (emrah serbes), serenad (zülfü livaneli) ve o muhteşem hayatınız (oya baydar)'ı edindim. şu an bin muhteşem güneş' i yarılamış durumda mesut ve bahtiyarım.

e tabi oku oku nereye kadar, bünye bir yerde acıkıyor. yanında elmalı kek ve çay olursa kitap okuma şevki apayrı bir keyif diyerek, tarçın kokularına elmaları da ekleyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum :)

bu masaüstü temalarına bayıldım

$
0
0
bilgisayarımın masaüstü arka planını sık sık değiştirmeyi seviyorum. bunun için özel bir klasör tutuyor, beğendiklerimi kaydediyorum. ama bu kadar güzellerine rastlayacağım hiç aklıma gelmezdi. bir çoğunu indirip, kaydettim. ben mi abarttım bilmiyorum ama bu illüstrasyonlara tek kelime ile bayıldım :)
















bunlar benim seçtiklerim, sitede çok daha fazlasını bulacaksınız. sitenin adresi www.vladstudio.com.tr ve site girişinde sanatçının bu tanıtım notu var :
Vladstudio, Rus dijital sanatçı Vlad Gerasimov tarafından geliştirilen bir projedir. 1998'de web siteleri ve yazılım uygulamaları için kullanıcı arabirimleri tasarlamaya başladım, ancak boş zamanım olduğunda masaüstü duvar kağıtları yaratıyordum. Zaman içinde bu hobim bir iş haline geldi ve bugünlerde tam zamanlı olarak bilgisayarlarınız ve mobil aygıtlarınız için duvar kağıtları tasarlamayla uğraşıyorum. İşimi seviyorum ve çalışmalarım dünyanın her tarafından birçok kişi tarafından sevildiği için de mutluyum!
bence mutlaka göz atın, öyle beğendim ki paylaşmadan edemedim :)

yastık adam

$
0
0
Yazan : MARTIN MCDONAGH | Çeviren : YUSUF ERADAM | Yöneten : İLHAM YAZAR
Hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir yazar! Yazılan öykülerde kurgu ve gerçek karışıyor. Bu öyküler çocuklarınıza okumak isteyeceğiniz türden olmayabilir. Sanat, zekâ, polis şiddeti, çaresizlik ve masumiyet çatışıyor!
Dengeler üzerine soluksuz izlenecek bir polisiye gerilim.

2 perde 2 saat 15 dakika. 13 yaş altı seyircilerimizin izlemesi tavsiye edilmez.
Not: 
2010-2011 Sanat Kurumu - En İyi Çeviri Ödülü - Yusuf Eradam
2010-2011 Baykal Saran Tiyaro ödülü - En İyi Oyuncu - Tolga Tekin



bu yıl devlet tiyatrolarına mümkün olduğunca sık gitmeye çalışacağım... bir delinin hatıra defterinden sonraki tercihim "yastık adam" oldu. yukarıdaki ön bilgiler ve biraz internet araştırmasıyla hafif tırsarak gittim oyuna çünkü ciddi bir gerilim oyunu olduğu ve hatta insanların dayanamayıp salonu terk ettiği yönünde yazılar vardı. ancak forum sayfalarında okunan yorumlara pek itibar etmemek gerektiğini ya da abartıldığını söyleyebilirim. çünkü 2 sahne dışında irkilmenize sebep olabilecek hiç bir gerilim yok bence...

işlenen bazı çocuk cinayetlerinin, bir öykü yazarının öyküleri ile benzerliği nedeniyle, 2 polis tarafından sorgulanması ana temayı oluşturuyor. sorgulama ilerledikçe oyundaki 4 karakterin {1-sorgulanan öykü yazarı Katuryan (Murat Çidamlı) 2-Katuryan' ın spastik kardeşi Michal (Buğra Koçtepe) 3-iyi polis Tupolski (Mesut Turan) ve 4- Tupolski' nin şiddete meyilli yardımcısı Ariel (Tolga Tekin)} geçmişiyle ilgili çarpıcı ve şiddet içeren gerçekler ortaya çıkmaya başlıyor. sorgulama esnasında Katuryan' ın öyküleri okunuyor sıklıkla ve bu öykülerden biri "yastık adam"... öykülerine ölümüne bağlı olan Katuryan, bu öykülerin kardeşi üzerindeki etkileriyle yıkılıyor...

ben metni çok sevdim, daha fazla anlatmak istiyorum ama gitmek isteyenlerin keyfini kaçırabilir diye kendimi tutuyorum. hikayenin ilerleyişi, aralardaki bağlantılar, kafada hiç bir soru işaretine yer bırakmayan çözümlerle çok net bir polisiyeydi... katuryan ana karakter olsa da oyun, tüm karakterlerin hikayesiydi... oyuncular gerçekten inanılmaz başarılıydı, performansları mükemmeldi. hala gitmediyseniz kaçırmayın derim... 

geçmişe yolculuk

$
0
0
geçmişe yolculuklar neden hep insan kendisiyle uzun süre yalnız kalınca başlar? isimler, yüzler, anılar, keşkeler insanın başına üşüşür... her gün biraz daha derinlere, yıllarca kapalı kalmış üzeri tozlu anılara yol aldıkça bir kaç ışık huzmesi unutulmaya yüz tutmuş yerleri aydınlatır. bazen gördüklerimiz bizi gülümsetir, bazen hüzünlendirir...

elif doğduğunda ve ben uzun süre evde konuşamayan beni anlamayan bir bebekle yalnız kaldığımda geçmişi düşünmeye başladım... üniversite arkadaşlarım ilk duraktı, tek tek hepsini düşünüyordum, yaşarken durup düşünecek vaktim olmayan detayları sınıflandırarak, bir nevi arşiv çalışması yapıyordum. sonra daha ileriye lise yıllarıma uzandım, tanrım o çocuk ben olamazdım ve umarım elif benim gibi olmazdı... derslerim fena sayılmazdı ama dershane ve okul, sosyal hayatıma açılan kapının sadece anahtarlarıydı...

eren doğup da bebekli hayatın "alt temizle, emzir, gaz çıkar, uyut"tan oluşan rutini başladığında ise sessiz çocukluğumun ürkek anılarına yani en derinlerine kırdım dümeni; "çocukluk günlerim ve ailem"...

beni en çok yaralayanlar, en savunmasız hissettirenler, en yoğun duyguları yaşatanlar, en büyük kırgınlıklarım, en büyük pişmanlıklarım, pansumanla iyileştirmeye, yara bandıyla kapatmaya çalıştıklarım hep bu günlere aitti... çocuk olmak çabuk kanmak, savunmasız olmak, kaderine razı olmak, çare bulamamaktı... örselenen ruhumu rahatlatmak için bulduğum savunma mekanizmaları, yetişkin hayatımda karakterim olacaktı: sessiz, uyumlu, ılımlı, kalabalıklar içinde kaybolup yitmeye, mümkün olduğunca fark edilmemeye çalışan ben....

geçmişi düşünmek kaçınılmaz olarak, kaderin her birimize çizdiği rollerin şekillenmeye başladığı döneme, çocukluğa götürüyor insanı... beni tekrar çocukluğumla buluşturan, satır aralarında kendimi bulduğum sevgili ayşe' nin kozasına teşekkür ediyorum...

illüstrasyon:amanda cass

bir mim....

$
0
0

"bir zamanlar mimler vardı blog dünyasında şimdi neredeler" derken duydu sesimi sevgili nilhan :) bir blog efsanesine göre mimi fazla bekletmek iyi sayılmaz, en kısa zamanda yazıp uçurmak lazım başka sayfalara....

şu an ......... çok sevinirim.
işte olmak yerine tamamı öğretmen olan aile efradının hakkını vererek geçirdiği 15 günlük şubat tatilinde onlarla olabilseydim...

şimdi ......... olmak vardı.
uzun bir ahşap iskelenin ucunca, tek bir salaş masada, bir kaç meze ve dalga sesleri eşliğinde, sevdiğim adamla gün batımını yudumlamak vardı...

nerede o eski günler?
tüm kardeşlerimin baba evinde ve her birimizde ayrı hikaye(aşk) olduğu, curcunalı telaşlı kalabalık eski günler, şimdi neredeler...

............. özlüyorum.
bir yaz akşamı iş çıkışı plansız yapılan arkadaş buluşmalarını...

............ çok severim.
yolculukları, erken açan çağla çiçeklerini, yürüyüşleri...

.............. nefret ederim.
uyuşmazlıklardan, gerginlikten, kavgadan...

bugünlerde çok fazla dinledim.
selda bağcan "uğurlar olsun"...

şimdiki ruh halim.
dingin...

insanları en güzel bu mimler anlatıyor bence, kim cevaplamak isterse bu mimi, gönlünden geçiren kimse lütfen yazsın :)

not: illüstirasyon nicoletta ceccoli

planlanmış eğlence fiyaskosu

$
0
0
ne zaman önemli ve büyük bir gün için heyecanlansam, ne kadar eğleneceğimi, aman da neler giyineceğimi planlasam o gün büyük bir hayal kırıklığıyla biterdi... ya ağrı kesicilerin bile dindiremediği bir baş ağrısı musallat olur ya da herkes eğlenirken, içimde bilemediğim bir kasvet ve donuklukla kalırdım. hep hayalini kurduğum arkadaşlarımla geçireceğim doğum günleri, yeni yıllar, zor bela bin bir takla ile evden alınan bir gecelik arkadaşta kalma izinleri böyle hüsranla biterdi... 

ve aksine ne zaman plansız programsız gelişen bir eğlenceye dahil olmuşsam bir eğlenir bir eğlenirdim... sabahlar olmasın, güneşler doğmasındı... neden daha önce böyle yapmamıştık ve hemen tekrarını yapalımdı, yapmasına ama o asla bir öncekinin tadını vermezdi ki... 
işte böyle bir kısır döngüydü söz konusu olan. ben de bu olaya "planlanmış eğlence fiyaskosu" adını verdim.... tecrübeyle sabitti, bir kaç kaynaktan teyit etmiştim, sadece benim değil çoğu kişinin başına gelmekteydi. eğlenmeyi sistematik bir şekilde planlıyor ve arzuluyorsan, sonuç fiyaskoydu...

ve fakat bu teorim, evlendiğim gece gerçekleşmedi. düğünden planlı programlı ne olabilir ki? büyükleri eve yollayıp arkadaşlarla eğlenmeye başlayınca, geceyi çakırkeyif gelin olarak noktalamıştım. zor indirdiler pistten, herkes duygusallaşıp ağlarken bile benim gözüm eller havayadaydı.... aslında o günden tek beklentim kazasız belasız, tartışmasız prosedürü tamamlayıp, herkesin gönlünü hoş etmekti. şimdi düşünüyorum da o gün böylesine eğleneceğimi hiç hesap etmemiştim! o zaman yaşadığım planlanmamış bir eğlenceydi:) 

gördüğünüz gibi teori sağlam, eğlenmek mi istiyorsunuz, planlamayın, önerilere açık olun, esnek olun, şans verin ve yapın :)

33 varyasyon

$
0
0
Yazan : MOISÉS KAUFMAN | Çeviren : EKİN TUNÇAY TURAN | Yöneten :İSKENDER ALTIN 


Büyük bir sanatçı, fırtınalı yaşamıyla resimlere, filmlere konu olmuş büyük bir müzisyen: Ludwig van Beethoven. Ve Beethoven’ın dillere destan bir eseriyle, 33 Varyasyon’la ilgilen bir müzikolog, bir akademisyen: Dr. Katherine Brandt. Katherine’i New York’tan kalkıp Beethoven’ın doğduğu yere, Bonn’a getiren ne olabilir? 

2 perde | 2 saat 25 dakika











bu oyun benim için çok özeldi, çünkü üç 
ablamla birlikte izledik. şubat tatili sebebiyle tüm kardeşler ankara' da anne ve babamızın bulunduğu şehirdeydi. ben de bir tiyatro organizasyonu yaptım. anı biriktirmede böyle farklı tecrübelerin nasıl önemli olduğunu iyi biliyorum. 

oyun; beethoven' ın (erdal küçükkömürcü), bir müzik yayıncısı olan anton diabelli' nin yazdığı kısa ve sıradan bir vals için baştan reddedip neden daha sonra 33 muhteşem varyasyon yazdığını araştıran bir müzikoloğu (ipek çeken) anlatıyor. kızıyla iyi iletişim içerisinde olamamış bir anne olan katherine (ipek çeken) aynı zamanda als hastası (giderek ilerleyen bir motor nöron hastalığı). ve beethoven' ı anlamak için hastalığına aldırmayıp, bonn' a beethoven' ın el yazması orjinal çalışmalarının bulunduğu bir kütüphaneye gidiyor.


bu oyunu ilginç kılan şeylerden biri eş zamanlı ilerleyişi. yani eserin yazıldığı 1800' lü yıllar ile katherine' nin günümüzde geçen araştırmaları paralel işleniyor. bunun için iki katlı bir sahne (alt kat günümüz, üst kat geçmiş için tasarlanmış) ve plakalardan oluşan-sürgülü şekilde açılıp kapanan bölmeler kullanılmış. gelecek ve geçmiş arasındaki diyaloglar ve zaman örgüsü çok güzel harmanlanmış. ikinci ilginç tarafı dekor seçimi, oyunda çoğunlukla dekor yerine digital görüntüler var. mesela beethoven ormanda yürüyüş yaparken sadece sahneye yansıtılmış ağaç görüntüleri görüyoruz. bu durum pratiklik açısından iyi olsa da tiyatroda alışık olmadığımız bir soğukluk yaratmış bence...  ve müzik, sadece tiyatroya değil canlı piyano performansı ile klasik müziğe de doyuruyor insanı... 

oyunda verilen bazı mesajlar var aklımda kalan. biri katherine' e yardımcı olan kütüphane görevlisinin "belli ki kızın senin için sıradan bir valsten öteye geçememiş" demesi. diğeri ise müzikologun araştırmanın sonucunda ulaştığı nokta, beethoven' ın tüm bunları  "bir kum tanesinden yıldızlar kadar çok güzel şey yaratılabileceği" ni ispatlamak için yapmış olması.... 

velhasıl, ipek çeken ve erdal küçükkömürcü muhteşem birer performans sergilediler. 2,5 saat su gibi akıp geçti, inanılmaz keyif aldım. tiyatroya devam devam devam diyorum :)

bizim çocuklar

$
0
0
yeni kelimeler türetmeye açıktırlar;  eren: anne sen de az mınzır değilsin... (munzur ve hınzırın karışımı)

söyleneni şıp diye anlarlar; eren: anne bana faydalı şekerden verir misin? anne: onun adı pastil oğlum. eren: anne bana postil verir misin?

uykudan önce tekrarlayan sağlık sorunları yaşayabilirler; elif: annee biraz yanımda durur musun, karnım ağrıyo da...(verilen bir kaç doz sevgi sonrası) anne: geçti mi? elif: evet ama birazdan tekrar ağrıyabilir...

oyun oynamayı severler; eren: anne sen "dana" oynamayı biliyo musun? anne: dana mı, nasıl bi oyun dana, hiç duymadım. elif: ya işte baya bir oyun, hani satranç gibi oynanıyo... anne: ha damaa :)))

duygusaldırlar; (kuzeninin elif' e hediye ettiği lazer ışık kalemi için) anne: elif' cim artık bununla oynarken pelin ablanı hatırlarsın... elif: evet ama o zaman da çok üzülürüm, çünkü onu ne kadar özlediğimi hatırlarım...

arabada plakalar ile oyalanmayı bilirler; eren:44 palatya demi? baba:evet, peki malatya' nın neyi meşhurdu? eren: sucuğu! elif: hayır eren sucuğu meşhur olan ay-fon!

içlerinde vatan sevgisi vardır; (anıtkabir gezisi sırasında) elif: eren hayır senin askere gitmeni istemiyorum, sen benim kardeşimsin, sana bir şey olursa çok üzülürüm. eren: bana bir şey olmaz, ben çukur kazıp içine saklanıp öyle ateş edeceğim, düşmanları yenince de geri geleceğim...

6 yaş

$
0
0
kuzenlerle, teyzeler ve halayla, anneanne ve babanneyle yani en sevdiklerimizle harika bir 6 yaş kutlamasıydı... 

ve elif' in doğum gününü şenlendiren kardeşlerim :) dizi kadrosu gibiyiz yorumunu yapan en küçük kardeşime katılıyorum :) yeni sezonda ekranlardayız :)))

kızıma; ne yazsam hafif kalacak anlatmakta seni... büyüyüp de "nasıl bir çocuktum anne" dediğinde söyleyecek ne çok şeyim olacak. nereden başlarım acaba. ilk olarak sen çok iyi kalpli bir çocuksun, bir empati uzmanı, eğlence sihirbazısın. büyümüş de küçülmüş bilmiş bir çocuk değilsin, saf yanın temiz yanın öyle güzel ki... çocuk kelimesinin hakkını sonuna kadar veriyorsun. fiziksel cüssen yaşıtlarından ileri olsa da içindeki yürek hareketli, tehlikelere açık ve gözü kara... çok cesur bir çocuksun, ruhundaki otorite tanımaz ve özgür tınıyı şimdiden çok rahat duyabiliyorum. farklısın biliyorum. pembe prensesim, 6 yaş ile kanatlanıp hep güzelliklere yol almanı hep iyilerle karşılaşmanı diliyorum... 


pms ve passiflora

$
0
0
belki hep vardı ama sabrımı zorlayan durumlarla daha az karşılaşıyordum, fark edemedim. hafif bir gerginlik şeklinde atlattığım pms (pre-menstrual sendrom yani regl öncesi gerginlik) dönemleri son yıllarda beni üzecek kadar kendini hissettirmeye başladı. zararı yalnız kendime olsa önemsemezdim ama asabiyetimden tahammülsüzlüğümden nasibini çocuklar da almaya başlayınca çözüm aramaya başladım.
normal günlerde çok rahat idare edebildiğim kriz anlarında; kendimden korkacak kadar tepki gösterdiğim zamanlar oldu... sıradan bir iş gününü sakince tamamlayıp, evde akşamın ilk sorunuyla karşılaştığımda zıvanadan çıktığım, sonradan pişman olmama sebep olabilecek eylemlerde bulunduğum oldu. bu durumun pms' den kaynaklandığını bildiğim halde, elimden bir şey gelmemesi çok üzücüydü... mens öncesi günü bambaşka bir ruh haliyle geçiriyordum, başlar başlamaz ise yine eski sakin, mutlu, sabırlı, melek anneye dönüyordum. bunun bir çaresi olmalı diye düşündüm,  bir ilaç olsa anında etki eden, beni sakinleştiren, sürekli ve düzenli değil de sadece ihtiyaç duyduğum anda kullanabileceğim...
daha önce hiç antidepresan kullanmamıştım ancak bu ajanlara karşı ön yargım yoktu... yaşantımı daha konforlu bir hale getirecekse deneyebilirim diye düşündüm. şu şarkılara konu olan, bitkisel, zararsız passiflorayla başlamaya karar verdim. çocukları kreşten almaya bir saat kala bir tablet almak suretiyle son iki aydır kullanıyorum. ister psikolojik deyin, ister ilacın sayesinde daha mülayim geçti son periyodlarım... hatta bana hayatı televizyondan izliyormuşcasına bir olgunluk, kabulleniş getirdi diyebilirim... hiç bir yan etkisini tecrübe etmedim şimdilik. kullanın demiyorum asla, her bünye farklı ama kulağınızın bir köşesinde bulunsun :)
not:görseller internetten alınmıştır.

#kardessart mı

$
0
0
sanırım son günlerde oldukça popüler bir tartışma konusu bu; "kardeşin şart olup olmadığı" ben kendi adıma hemen cevap vermek istiyorum: "tabi ki şart değil" hatta bir çocuk yapmak bile şart değil! çocuksuz evliliği tercih eden azımsanmayacak bir kesim var.  

tek çocuğu olanlar zaten ikincinin ne demek olduğunu aşağı yukarı biliyorlar değil mi? upuzun emzirme seansları, uykusuz geceler, hatta aylar, gaz sancıları, ek gıdaya geçme zorlukları, 2 yaş sendromu, kim bakacak sorunsalı, sosyal ortam kısıtlaması, eş ile ilişkilerin askıya alınması ve tüm bunların mükafatı olarak sadece miski amber cennet kokusu, yumuk yumuk kıvır kıvır minicik eller ayaklar, bir canlıyı doyurabilmenin manevi tatmini, ilk bilinçsiz gülücüğü videoya kaydedebilmenin heyecanı, farklı cinsiyette bir yavruya sahip olabilme ihtimali, uyurken onu izlemeyi en çok oscarlı filmi izlemeye tercih edebilmek, soluk alıp verişiyle huzur bulmak, onu dünyanın en güzel bebeği sanmak, bir insan yavrusunu bedeninde büyütüp dünyaya salmak, bir mucizenin gerçekleşmesine aracı olmak, bir mucizenin büyümesinin en yakın gözlemcisi olmak... dünyanın en paha biçilemez, hiç bir şeyle boy ölçüşemez tecrübesi annelik! en zengininden en yoksuluna kadar her dişinin eksikliğinden üzüntü duyacağı bu deneyimi, şartları müsait olan (annenin çalışması, yardımcı olabilecek birilerinin olması, maddi koşullar, uyumlu bir çift olmak, psikolojik olarak hazır olmak hem mantıken hem duygusal olarak istemek) herkes ikinci kez tecrübe etmek ister bence...

çocukların iletişim halinde olmaları, birbirlerine bir şeyler öğretmeleri, birbirlerini gözetmeleri-kollamaları, komşu teyze balon verirken kardeşleri için de istemeleri, paylaşmaları, oyun arkadaşı olmaları, aralarında sizin anlayamadığınız bazı espriler oluşturup kahkahalara boğulmaları, gerektiğinde birbirlerini teselli edebilmeleri, gerektiğinde işbirliği içinde olmaları, tek olmadıklarını kardeş olduklarını bilmeleri, kardeş olmanın avantajları kadar dezavantajlarıyla da tanışık büyümeleri, hayatın her zaman adil olmadığını ve bazen hakkını almak için mücadele etmek gerektiğini doğal ortamında öğrenmeleri; onları yaşama karşı daha donanımlı kılıyor, yaşam becerilerini geliştiriyor bence...

ancak ikinci çocuk yine de birinci için yapılmamalı diye düşünüyorum. öncelikli olarak "kardeşi olmasını" değil "iki çocuklu ebeveyn olmayı" istemek gerekiyor. kendinizi iki çocuklu olarak hayal edin; küçüğü emzirirken aynı anda büyüğü ayağınızda salladığınızı, kollarınızı açtığınızda size doğru koşan iki çift ışıl ışıl göz gördüğünüzü, masum kıskançlık anlarını yönettiğinizi, nasıl olup da aynı tariften iki bambaşka tatlı ortaya çıkarabildiğinizi ve eğer bu hayal sizi gülümsetebiliyorsa lütfen devam edin diyorum:) 
son olarak tabi ki kardeş şart değil ama çok çok çok güzel...

yeni gelen mime merhaba

$
0
0
sevgili sibel, kendini dinleyende mimlemiş beni. ben de fazla bekletmeden cevaplamak istiyorum :)

1-En son kime yalan söyledin, neden?
yalan derken zararsız, masum şeyler geliyor aklıma. mesela "nasılsın" sorusuna iyi olmasam da "iyiyim" derim. yemek istemediğim ikramlarda, "tokum" diyebilirim ya da çocukları doğruya yönlendirmek için biraz şaşırtmaca, biraz abartma yöntemlerini kullanabilirim. bazen de yanlış cevap verebilirim; mesela illa ki 9 buçukta yatmak isteyen elif' e saatin 9 buçuk olduğunu söylemek gibi :) 

2-Biz okumuyoruz farz et, kendine bir itirafta bulun.
daha konuşkan, daha neşeli, daha güler yüzlü olabilmeyi isterdim.

3-En son severek okuduğunuz kitap hangisi?
"bin muhteşem güneş"i sevdim. şu an okuduğum "o muhteşem hayatınız" da gayet iyi gidiyor. 

4-Şu an istediğin işi mi yapıyorsun?
biraz daha serbest zamanlı bir işi tercih ederdim. çocukların okul zamanı yaklaştığından beri aklımda hep "keşke öğretmen olsaymışım" düşüncesi var.

5-Mutlu musun?
evet! kolay mutlu olabilen bir insanım. 

6-Öleceğini bilsen, ömrünün son zamanlarını nerede, kimle geçirmek isterdin?
ben bunu çok düşündüm ve halihazırdaki yaşamıma devam ederim diye karar verdim. evimde ailemle rutin yaşantıma devam ederek.

7-Favori şarkıcın ve şarkısı?
candan erçetin, sertap erener, sezen aksu, teoman, şebnem ferah, cem karaca, barış manço, ahmet kaya, volkan konak, kazım koyuncu, erkin koray, mfö, halil sezai, mehmet erdem ilk etapta aklıma gelenler, ayırt edemiyorum, şarkılara girmeyim hiç :)

8-Her bölümünü heyecanla takip ettiğin dizin var mı?
şu anda Fringe izliyorum. 4.sezonu bitirmek üzereyiz, bitince boşluğa düşmekten çekiniyorum, dizi önerilerine açığım :)

9-Keşke...?
keşke sadece çocukların eğitimi konusunda kullanabileceğim sınırsız bir bütçem olsaydı...

10-Kötü alışkanlıkların var mı?
kötü alışkanlığım yok ama alışkanlık haline getirmek istediklerim var. düzenli kitap okumak, spor yapmak. sağlıklı beslenmek gibi... 

11-Sence ideal eş nasıl olmalı?
en büyük aşklar bile evlilik, çocuklar ve yılların geçmesiyle durağanlaşıyor; ideal eş bu hayat rutini içinde sevildiğini ve önemli olduğunu hissettirebilendir. 

aklına geldiğim için mutlu oldum, teşekkürler sibel' cim  :) bu mimi vakti olan ve cevaplamak isteyenlere yolluyorum!
Viewing all 432 articles
Browse latest View live