Quantcast
Channel: Anne Kaleminden
Viewing all 432 articles
Browse latest View live

Yanık

$
0
0
YANIK | İZMİR DT
2 perde | 3 saat
Yazan : WAJDİ MOUAWAD | Çeviren : CEM EMÜLER | Yöneten : BARIŞ ERDENK
KONU: Lübnan iç savaşından sonra Kanada’ya göç eden Nevval Marvan, Uluslararası Ceza Mahkemelerinin ön duruşmalarını takip eder. Ve bir gün konuşmamaya karar verir. Hayatının son 5 yılını bir hastanede, kimsenin nedenini bilmediği bir sessizliğe gömülerek geçirir. Ölümünün ardından bıraktığı vasiyet ikiz çocukları Janine ve Simon için tam bir yıkım olur. Annelerinin son arzularını yerine getirmek için yapmaları gereken yolculuk sadece dünyanın öteki ucuna değildir; köklerine doğru uzun ve derin bir yolculuktur bu. Zira yaşamda öyle gerçekler vardır ki ancak keşfedildikleri zaman anlam kazanırlar.
OYUNCULAR: METİN SADIK YAĞCI-MUSTAFA ÇOLAK-SEVİLAY ÇİFTÇİ-ECE ERİŞTİ-M.ASLI SİNKE-ŞEBNEM DOĞRUER-HANDE GÜRLER-ARİF YAVUZ-SERDAR KAMALIOĞLU-ÖMER POLAT-YILDIZ AKBIYIK-EGECAN İNTEPELER-DENİZ YAĞCI-DENİZ TAYLAN TOMBUL

İzmir Devlet Tiyatrosu' nun kısa bir süre Ankara turnesinde olan bu oyununu kaçırmadığım için çok mutluyum. İzmir Devlet Tiyatrosu sanatçıları ile tanışma şansını elde ettim böylece. Eseri Ulus' ta Küçük Tiyatro'da izledim. Oranın bende ayrı bir yeri var, binanın atmosferini çok seviyorum. Oyuncular temsil boyunca sahnenin her alanını kullandılar. Hatta sahnenin dışına taştılar. Öyle ki aynı anda üç farklı durum, sahnenin farklı yerlerinde, farklı oyuncularla eş zamanlı sahnelendi. Sanki tiyatro değil de bir film izledim. Tiyatroda üç saatin böyle hızlı akmasına çok fazla tanık olmuyorum.

Incendies (Yangınlar) Hakkında: Lübnan asıllı Kanadalı Wajdi Mouawad’ın 2003 yılında yazdığı Incendies, 2010 yılında Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve tarafından aynı adla sinemaya uyarlanmış. Bu oyun, Cem Emüler tarafından Yanık adıyla tiyatromuza kazandırılmış ve ilk olarak 20 Ekim 2011 tarihinde izleyicisiyle buluşmuş.
Oyunun Konusu:Ömrünün son beş yılını sessizlik içinde geçiren Nevval Mervan, ikiz çocuklarına bu sessizliğinin anlam bulması için bir vasiyet bırakır. Nevval Mervan'ın noter arkadaşı Alphonse Lebel tarafından uygulatılacak olan bu vasiyete göre; ikizlerin hiç görmedikleri babaları ile varlığından bile haberdar olmadıkları abilerini bulmaları ve onlara annelerinin bıraktığı birer mektup vermeleri gerekmektedir. İkizlerden erkek olan Simon (Mustafa Çolak) abisine, kız olan Janine (Ece Erişti) ise babasına verecektir mektubu. Başta vasiyeti gerçekleştirmek konusunda tereddüt yaşarlar ama sonra kendilerini annelerinin köyünde Lübnan' da bulurlar. Eş zamanlı olarak anneleri Nevval Marvan'ın bir savaşın ortasında mülteci olarak milislere karşı nasıl mücadele ettiği ve neler yaşadığı da anlatılır.

Bu metin; savaş ve vahşet ortamında insanların nasıl canavarlaşabileceğini anlatan bir savaş romanı, farklı bir coğrafyada annelerinin geçmişinin izini süren iki kardeşin yaşadıklarını anlatan bir polisiye, işkencelerin, işkencecilerin, çocuk ölümlerinin kol gezdiği bir insanlık ayıbı, en kötü anlarda bile yapılabilecek bir şey olabileceğini anlatan bir direniş destanı, en zor zamanlarda sımsıkı sarılabileceğin bir arkadaşın varsa ayakta durabileceğini anlatan bir dostluk öyküsü, size ne kadar kötülük yapmış olsa da yine de o insanı sevebileceğinizi anlatan çarpıcı sonuyla çok büyük bir trajediydi.

Oyuncu kadrosu genel olarak çok etkileyiciydi. Kesinlikle izleyici olarak içeri aktığımı hissettim. Nevval Marvan karakterinin gençlik-orta yaş ve yaşlılık evresini üç farklı oyuncu canlandırıyor. Yaşlılığını canlandıran Şebnem Doğruer beni yüreğimden yakaladı ve bırakmadı :) İzmir Tiyatrosunun usta isimlerinden Metin Sadık Yağcı noter rolü ile başarılıydı. Arif Yavuz üç farklı karakteri ustalıkla canlandırdı. Ebu Tarık, Sevda, Vahap hepsi akılda kalıcı karakterlerdi. Ece Erişti' nin duru güzelliği ve büyüleyici ses tonu oyunculuğu kadar etkileyiciydi. Yönetmeni, dekoru, müzikleri, kostümleri ile emeği geçen herkesi tebrik etmek gerekiyor. Böyle çok yönlü ve zor bir kurgunun üstesinden harika bir şekilde gelmişler.

Oyun bittiğinde savaşın korkunçluğu, geleceğe dair korku olarak içinize oturuyor. Ve bu karanlık içerisinde cılız bir mum ışıldıyor: 'birlikte olduğumuz sürece her şey yolunda' Gözyaşlarınızı tutamadığınız anlarda oyuncularla birlikte ağlıyorsunuz. Hayatın acımasız gerçeklerini ve büyük bir acaba böyle bir şey mümkün olabilir mi sorusunu çantanıza koyarak salonu terk ediyorsunuz.

Gelelim sinema filmine :İlk kez bir tiyatro eserinin sinema uyarlamasını izledim.


Orijinal adı: Incendies (İçimdeki Yangın) 2010 yapımı
Yönetmen: Denis Villeneuve
Oyuncular: Rémy Girard, Lubna Azabal, Mélissa Désormeaux-Poulin
Tür: Dram
Ülke: Kanada
Özet ve Detaylar: Polytechnique filmi ile dikkatleri üzerine çeken yönetmen Denis Villeneuve, bu sefer yazar Wajdi Mouawad'ın bol ödüllü tiyatro oyunundan sinemaya taşıdığı trajik bir hikaye ile karşımızda.
Aile dostları olan bir avukatın çağrısı üzerine annelerinin ölümünün ardından kendilerine yazılmış bir mektupla karşılaşan ikiz kardeşler Jeanne ve Simon, ölen annelerinin son arzusunu yerine getirmek amacıyla Lübnan'a doğru yola çıkarlar. Simon ilk başta isteksiz davransa da bir süre sonra o da kardeşi Jeanne'e katılır... Aradan geçen yıllar, ailenin tarihini karmaşık bir hale getirmişse de, çocuklar bu serüvenin izlerini sürmeye kararlıdırlar. Fakat gün geçtikçe daha fazla deştikleri geçmiş, kardeşleri yürek burkan gerçeklerle yüz yüze getirecektir. Orta Doğu'daki iç savaşın en karanlık dönemine ışık tutan İçimdeki Yangın, En İyi Yabancı Film Oscarı'na da aday gösterilmişti.

Sinema uyarlaması da tiyatro kadar çarpıcı ve sürükleyiciydi. Arada bazı farklar vardı. Tiyatroda önemli bir karakter olan Nevval' in arkadaşı Sevda filmde yoktu. Annenin oğlunu tanıması için kullanılan simge filmde bir dövme, tiyatroda palyaço burnu objesiydi. Ebu Tarık'ın savaştan sonra filmdeki ve tiyatrodaki yaşantıları farklıydı. 

Oyunu izlemeye gönül rahatlığıyla gidebilirsiniz. En kötüsü böylesini Türk filmlerinde bile görmedik dedirten bomba gibi bir hikayeniz olacak. Eğer tiyatroya gitme şansınız yoksa filmi kaçırmamalısınız. Uzun süre zihninizi meşgul edecek ve çok etkileneceksiniz.

Beşiktaş

$
0
0
Ortaokuldayım, fanatik Beşiktaş' lıyım. Bırakın ilk on biri yedek kulübesini bile sayabilirim. Metin-Ali-Feyyaz dönemi. Tüm maçları izliyorum, televizyonda yoksa radyodan mutlaka takip ediyorum. Sanıyorum ki ben izlemezsem gol yiyecekler, yenilecekler. Yenildikleri zaman kahroluyorum. En büyük hayalim maça gitmek. Sınıftan bir arkadaşım var, adı Olcay. Çok seviyorum O' nu. O da fanatik Fenerli. Biz nasıl sıkı arkadaşız, aramızdan su sızmıyor. Birer defterimiz var. Benimki Beşiktaş, onunki Fenerbahçe. Fikstür tutuyoruz, averajına kadar. Fotoğraflar kesip yapıştırıyoruz. Bilmediğimiz tezahürat yok. Hepsini yazıyoruz defterlere. Boş derslerde açıp defteri tezahürat ediyoruz. Ben Beşiktaş diyorsam, O Fenerbahçe, ben kara kartal diyorsam o sarı kanarya diyor belli yerlerde.
Olcay basketbolcu. Beden Eğitimi derslerinde öğretmen gruplara ayırıyor bizi. Olcay basketbola geçiyor. Okul bahçesinin yan tarafı toprak futbol sahası. Aslında futbol oynamak istiyoruz ama sadece erkekler oynuyor futbolu, cesaret edemiyoruz. Bir gün dedim ki 'Olcay ben futbola geçeceğim'. Geçtim de. Bütün erkekler güldü bana, bir kaçı tepki gösterdi yapma git voleybol oyna falan diye. Ama ben tek futbol oynayacak kız olarak kendinden emin, mağrur yürüdüm. Neyse takımlarına da aldılar beni. Maç başladı koşuyorum, top geldi, topu sürmeye başladım karşı kaleye doğru. Sınıftaki en iri yarı çocuk rakip takımda ve beni durdurmak için tam karşımdan geliyor. İçimden diyorum ki nasıl olsa kızım ben, ne kadar sert müdahale edebilir ki... Ben koşuyorum O koşuyor, en ufak bir yavaşlama yok ikimizde de. Bir çarpıştık, ben bir uçtum, fena düştüm, dizim falan yaralandı, canım çok yandı, herkes başımıza toplandı ama hırsımdan ağlayamıyorum. Gururuma da yediremedim ağlamayı, öyle kısa sürede oyundan sakatlanıp, çıktım. Onlar maça devam ettiler. İlk ve son futbol oynama girişimim son bulmuştu. Olcay da zaten o senenin sonunda başka bir okula gitti.

Hiç unutmuyorum bu anımı. O günden sonra kimseden kız olduğum için bir kibarlık beklemedim. Bir daha hiç nasılsa ben kızım bana ağır taşıtmazlar, bana yardım ederler, beni eve bırakırlar gibi şeyler düşünmedim. Hep başımın çaresine baktım. Kibarlık budalası kızları da fazla centilmen erkekleri de itici buluşum bundandır belki .

Evde Hologram Piramit

$
0
0
Tesadüfen denk gelip hayran kaldığım çok kolay bir deneyimi sizlerle paylaşmak istedim. Evde hologram görüntü oluşturabilmek için sadece bir cep telefonu, asetat kağıdı, bant ve makas gerekiyor. Aslında tabletler ile daha büyük görüntü elde edilebiliyormuş ama onun ölçüleri daha farklı biz cep telefonu için hologram piramidi yaptık.
Öncelikle 6 cm tabanı, 3,5 cm yüksekliği ve 1 cm tavanı olan bir kalıp hazırlıyoruz. Asetat kağıdından 4 adet bu kalıptan çıkarıyoruz ve bant ile birleştirerek piramit oluşturuyoruz. Yapımı gerçekten çok kolay ve oldukça kısa sürüyor. 
Ve telefonumuzda bir hologram videosu açıyoruz. Youtube da bir sürü video ile karşılaşacaksınız. Sonra piramidimizi dar kısmı görüntünün tam ortasına gelecek şekilde yerleştirip, videoyu başlatıyoruz. Işıkları kapatırsanız görüntü netleşecektir. Son kare videonun üstten görünüşü.

Başta ben olmak üzere bu görüntüyü çocuklarla epey bir hayran hayran izledik. Farklı videolar açarak hoş vakit geçirdik. Kah kelebekler uçurduk, kah havai fişek patlattık. Velhasıl güzel bir deneyimdi, hepinize tavsiye ederiz :)

Ödenmeyecek Ödemiyoruz -AST

$
0
0
OYUNCULAR:    HAKAN GÜVEN - BÜLENT YILDIRAN - MEHMET ULUSOY - NALAN GÜREŞ DEMİREL - GÖKÇEN CAVGA - ÇAĞLAR DENİZ - MELİKCAN SAPAN

Yazan: DARİO FO
Çeviren: FÜSUN DEMİREL
Yönetmen: HAKAN GÜVEN
Işık Efekt: MEHMET KIZILGÜL
Dekor: ARDA GÜLER
Aksesuar: MUSTAFA KÖSE  

Oyun, İtalya varoşlarında yasam ve sınıf mücadelesi veren işçilerin karşılaştıkları güçlükleri anlatıyor. İki işçi ailesinin gündelik yaşamlarının dışında gelişen olaylar karşısında, birbirlerine ve sisteme karşı verdikleri mücadelenin komedisi...
Sürekli yükselen hayat pahalılığı karşısında varoşlarda yasayan çocuklar, yaşlılar, kadınlar, işçiler, fiyatların zamlanmasına karşı hep birlikte eski fiyatlar üzerinden alışveriş yapmaya karar veriyorlar ve "Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!" diyerek süpermarketteki yiyeceklere el koyuyorlar. 

Polis tarafından kuşatılan bir mahalle, kovalayan polisler, kaçan insanlar, aranan evler, saklanmaya çalışılan yiyecekler. Sistemi eleştiren fakat aynı zamanda sistemin kurallarını savunan bir koca karşısında, kalkıştığı eylemi savunabilmek için türlü oyunlara girişen bir kadın ve soluksuz bir kovalamaca...

Dario Fo' nun 1974' te yazdığı politik komediyi izlerken, 1963 yılında perdelerini açan Ankara Sanat Tiyatrosu' nun ilkeli duruşundan hala ödün vermediğini ve kemikleşmiş izleyici kitlesinin arasında kendimi azınlık hissetmediğimi düşündüm. İzmir Caddesinin Ihlamur Sokağındaki o güzel sahnenin koltuklarının yarısının boş olduğunu görmek ise hüzünlüydü. Böyle özel tiyatrolar desteklenmeli, daha çok izlenmeli, dolmalı taşmalı, senede sadece bir oyun değil daha çok oyun çıkarabilmeli.
7 kişilik 2 saat süren oyunda oyuncular gerçekten yüksek performans gösterdiler. Bülent Yıldıran 4 farklı karakteri canlandırırken oyunculuğunu konuşturdu. Ses tonu oldukça etkileyiciydi. Kendisi amatör olarak Halkevleri’nde tiyatroya başlamış. 1977 yılında ilk profesyonel deneyimini Öncü Sahne’de yaşamış. Daha sonra Ankara Halk Tiyatrosu, Sanat Evi, banka tiyatroları, Ali Hürol Tiyatrosu, Ankara Komedi Sahnesi, Kaktüs Kabare, Ankara Ekin Tiyatrosu gibi tiyatrolarda hem oyunculuk hem de rejisörlük yapmış. TRT ve özel televizyonlarda birçok dizi, gençlik programları, çocuk programları ve müzik-eğlence programları yapmış. Bunun yanı sıra sayısız karakere ses vermiş. Örneğin Barni Moloztaş'ın sesi ona ait. Ben de Behzat Ç. de Tahsin Amirin amiri olarak hatırlıyorum kendisini. Oyunda çok başarılıydı kesinlikle.
Mehmet Ulusoy, Hakan Güven, Nalan Güreş Demirel usta birer sanatçı olduklarını gösterdiler. Kendilerine hayran kaldım.  
Metin aralarındaki tanıdık göndermeler ile kendinizi iyi hissedeceksiniz. Ritmi, eğlencesi, komikliği yüksek, gülme garantili, düşündürme garantili bir metin ve harika oyuncularla 2 saat su gibi geçecek.
Oyuna biraz erken giderseniz AST Cafede bir bardak kahve eşliğinde İyi Kitap okumayı da ihmal etmemenizi öneririm :) İyi seyirler...

Şubat Tatili

$
0
0
Veli olarak geçirdiğim dördüncü ara tatil de öncekiler gibi hızlı ve eğlenceliydi. 
Eren geçen yıl olduğu gibi bu sene de ilk haftayı babasıyla satranç turnuvasında geçirdi.
Büyük bir sıçrama yapamasa da güzel tecrübeler ve anılarla dolu uzun soluklu bir turnuvaydı.
Oğlum bırak bu işi düşün, düşün, düşün nereye kadar diyorum. Bir maçı 3 saat sürüyor neredeyse çünkü. Olmaz anne ben illa o masaya oturucam, bırakmıycam diyor.
Ne slime'mış arkadaş. Tatilde herkese bir slime kampanyası yaptık. Deterjanlı, köpüklü, sabunlu, borakslı, borakssız her çeşidini yaptık.
Teyzemizin sayesinde wi ile tanıştık. Tabletleri bir kenara bırakmamıza neden olan wi' yi çok sevdik. Annemize nasıl aldırabiliriz diye araştırmalara başladık. 
Tabiki biraz test çözdük, azıcık kitap okuduk :) Annelerimizi kızdırmayacak kadar :)
Herkesin gittiği Moana' dan da eksik kalmadık, tiyatroya da gittik. 
Almayadan gelen kuzenimiz, dedemiz, anneannemiz, teyzelerimiz ile güzel vakitler, geniş kahvaltılar, kalabalık yemekler, avm alışverişleri, ipad derken tatil bitiverdi.
En güzeli kuzenlerle bir arada olmaktı. Geç yattık, geç kalktık çok mutluyduk. Pazar akşamı bizi bir stres aldı. Nasıl okullar bu kadar çabuk açılır diye. 
Okulları açılsın diye sabırsızlanan miniklere hayret ederek okulumuzun yolunu tuttuk :))))
Saygı değer öğretmenlerimize bol sabırlı, öğrencilere ise başarılı bir yarı yıl diliyoruz :)

Yeraltından Notlar

$
0
0

YERALTINDAN NOTLAR | ANKARA DT
2 perde | 2 saat
Yazan : 
FYODOR MİHAYLOVİÇ DOSTOYEVSKİ | Çeviren : ERGİN ALTAY Oyunlaştıran : ERDİNÇ DOĞAN | Yöneten : ERDİNÇ DOĞAN

KONU : Kendi kişiliğinin kördüğümüne dolanan yeraltı adamının mizahi çatışmaları. Aşağılanan, köleleştirilen kadın. Bir yeraltı adamı yer üstüne çıkmayı denerse neler olur? Petersburg’un bataklığından dünyaya fırlamış Bay X’in, arkadaşlarıyla, kadınlarla ve kendisiyle yaşadığı trajikomik çatışmalar. Kah gururlu kah küçük düşmeyi ister. Hem herkesi üstün görür hem küçümser. Zevk alır küçük düşmekten, zevk alır küçük düşürmekten. Zavallı bir yüce. 

OYUNCULAR : MURAT ÇİDAMLI-SUAT KARAUSTA-ASLI ARTUK ŞENER-BERK BAYKUT-PETEK OCAKÇI

Ankara Ziraat Sahnesine ilk gidişim. Sinema salonu iken tiyatroya çevrilmiş küçük çok şirin bir yer olmuş. Yeri çok merkezi, Meşrutiyet ile Mithatpaşa Caddesinin kesiştiği yerde. Tek olumsuzluğu F-G-H-I sıralarında merdiven olmaması nedeniyle koltukların alçak kalması. 
Bu arada 09.01.2017 tarihli Hürriyet Gazetesi haberine değinmek istiyorum;
Sanat Kurumu’nun 2015-2016 sezonu tiyatro ödülleri belirlendi. Atila Sav, Prof. Dr. Ayşegül Yüksel, Gülşen Karakadıoğlu, Doç. Dr. Türel Ezici, Doç. Dr. Filiz Elmas, Prof. Dr. Deniz Bozer, İlker Çetin, Şenol Tiryaki, Nurkut İlhan, Atila Gürçay ve Murat Demirbaş’tan oluşan Tiyatro Seçici Kurulu, 11 dalda sanatçılara ve yapımlara ödül verdi...

En İyi Yönetmen Ödülü: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Yer Altından Notlar” adlı oyunuyla Erdinç Doğan’a, Tatbikat Sahnesi’nin “Hizmetliler” adlı oyunuyla Elvin Beşikçioğlu ve Binnaz Dorkip’e verildi.

En İyi Kadın Oyuncu: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Annemin Son Çılgınlıkları” adlı oyundaki rolü ile Aysel Çakar Kara.
En İyi Erkek Oyuncu: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Yer Altından Notlar” adlı oyundaki rolü ile Murat Çidamlı.
Övgüye Değer Kadın Oyuncu: Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Çamaşırhane” adlı oyundaki rolü ile Kader İlhan.
Yeraltından Notlar ağır bir metin, oyunu izlemeden önce bir okuma yapılması faydalı olabilir. Dostoyevski gerçek hayattan kopmuş, yeraltına hapsolmuş bir memurun(Bay X ona isim vermemiş) buhranlarını kendisiyle ve dünyayla, toplumla olan çatışmalarını öyle vurucu anlatmış ki, mutlaka altını çize çize kitabı okumalıyım, üzerine derinlemesine düşünmeliyim hissiyatı yaratıyor. Hepimiz kendimizde Bay X' den çok fazla şey bulacağız.
Oyuna Murat Çidamlı imzasını atıyor. Bana Erdal Beşikçioğlu-Bir Delinin Hatıra Defteri performasını hatırlattı. Oyun boyunca hiç sahneden ayrılmadan ve hiç durmadan o uzun replikleri şaşırmadan, unutmadan, o enerjiyle, o ses kontrolü ile izleyiciye sunabilmesi hayranlık uyandırıyor. Duygusal iniş çıkışlar, keskin dönüşlerde çok başarılıydı. Unutulmayacak bir performanstı. Yardımcı oyuncular Murat Çidamlı' nın gölgesinde yardımcı oyuncu olarak kaldılar. Yalnız bir fayton sahnesi vardı ki gözlerimin önünden uzun süre gitmeyecek sanırım. Öyle başarılı, öyle eğlenceli, öyle yaratıcı hayran kalmamak mümkün değil.  

Böyle ağır bir romanı oyunlaştıran ve yönetmenliğini yapan Erdinç Doğan da ayakta bir alkışı hakediyor. 
Çarpıcı bir kaç paragrafı da buradan paylaşmak istiyorum:


'Yağmur yağarken böyle bir saray yerine, bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için oraya sığınırdım. Ama kümes beni yağmurdan korudu diye de ona minnettar kalıp, saray gibi görmem doğrusu. Bana gülerek, böyle bir durumda kümesle sarayın arasında bir fark olmadığını söyleyeceksiniz. "Evet, yaşamda tek amacımız ıslanmamak olsaydı, söylediğiniz doğru olurdu." diye cevap veriyorum size. 

'Ben, kötü bir adam değildim; daha doğrusu hiçbir şey olamadım ben: Ne aksi ne iyi, ne alçak ne namuslu, ne kahraman ne de korkak. Şimdi, kendi köşeme çekilmiş, akıllı olanların hayatta bir iş tutturamayacakları, tutturanların ise aptal oldukları gibi kin dolu ve saçma sapan avuntularla ömrümü geçiriyorum. Evet, 19. yüzyıl insanı en baştan iradesiz olmalıdır, böyle olmak onun için bir zorunluluktur. Çalışkan, iradeli bir adam, dar kafalıdır.'

"Aydın, gelişmiş bir insanın, yani geleceğin insanının kendisi için yararlı olmayan bir şeyi bilerek isteyemeyeceğini, bunun matematik gibi kesin olduğunu tekrarlayacaksınız bana. Çok haklısınız. gerçekten de matematik gibi kesindir bu. oysa size yüzüncü kez söylüyorum, ama bir durum vardır, yalnızca bir durum vardır ki, insan inadına, bilinçli olarak kendisi için zararlı, aptalca olanı da isteyebilir, hattâ özellikle de en aptalca olanı... Bunu özellikle, kendisi için en aptalca olan bile olsa, istemek hakkına sahip olmak, 'kendisi için yalnızca iyiyi istemek zorunluluğunu üzerinden atmak için yapar."
“Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız.”
'Kolay elde edilmiş bir saadet mi, yoksa insanı yücelten ızdırap mı daha iyidir?'
"Baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık. İnsana, gündelik hayatını sürdürmesi için gereken anlayışın yarısı, hatta dörtte biri dahi, yeryüzünün en soyut, en inatçı şehri olan Petersburg'da oturmak gibi katmerli bir felakete uğramış, talihsiz on dokuzuncu yüzyıl aydınımıza yeterdi."
Evet, kendinizi, toplumu, yaşamı yeniden sorgulamak mı istiyorsunuz? Ya da sanata, sahneye, tiyatroya, Dostoyevski' ye doymak mı? O zaman sizi böyle alalım...




Neşe'Dert'Aşk

$
0
0
NEŞE'DERT'AŞK | ANKARA DT
1 perde | 1 saat 30 dakika
Yazan : ŞİRİN AKTEMUR TOPRAK | | Yöneten : UMUT TOPRAK | MÜZİK : NEŞET ERTAŞ

KONU : En kutsal günlerimizde onun sesi hep bizimledir; düğünlerimizde, aşık olduğumuzda, kederlendiğimizde, toprağımızda, hasretimizde, gönlümüzde… “Neşe dert aşk yazılır Neşet Ertaş okunur!”
Oyun, Neşet Ertaş’ın ailesinin ve editörü Hasan Saltık’ın izinleri ve katkılarıyla; Neşet Ertaş’ın gerçek hayat hikayesinden ve kendi türkülerinden yola çıkılarak, yazar tarafından yeni bir kurguyla kaleme alınmıştır. Neşet Ertaş bir oyuna, bir esere sığamayacak kadar engin bir hayat. Onun hayat felsefesini, insanlığını, gönlünü, sanatını, bir eserle anlatabilmek mümkün olmadığı için; bu oyunda ancak ondan esinlenerek bir sanat eseri oluşturulmaya çalışılmıştır. Onun türküleriyle büyüyen, onunla aynı bozkıra bakmış insanlarla…
Hayatının en önemli unsurlarından biri olan “aşk” teması seçilmiştir. Bu oyun Neşet Ertaş’a yakılmış bir ağıttır, bir saygı duruşudur.

Not: 
2015-2016 2. Anadolu Tiyatro ödülleri yılın en iyi projesi ödülü Neşe'Dert'Aşk 
Direklerarası Seyirci Ödülleri – En İyi Oyun Yazarı Şirin Aktemur Toprak
Direklerarası Seyirci Ödülleri – Jüri Özel Ödülü “Neşe’dert’aşk” 
Sanat Kurumu Yılın Projesi - “Neşe’dert’aşk”
Tiyatro Gazetesi Yılın En İyi Projesi - “Neşe’dert’aşk”
Türkiye Yazarlar Birliği “Yılın Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçısı” Şirin Aktemur Toprak - “Neşe’dert’aşk”

OYUNCULAR: ALPAY ULUSOY-MERT KILIÇ-UMUT TOPRAK
ÇOCUK OYUNCULAR: NEHİR GENCER-DENİZ BERK ATABEK

Üç sezondur Ankara Devlet Tiyatrolarının kapalı gişe oynayan bu oyununa gitmek sonunda nasip oldu. Oyunun adı Neşe-Dert-Aşk; Neşet Ertaş'ın adının tınısını verdiği gibi hayatının da tınısını veriyor. Bu nedenle hem çok anlamlı hem de çok yaratıcı. 
Neşet Ertaş, (d. 1938, Çiçekdağı, Kırşehir, Türkiye - ö. 25 Eylül 2012, İzmir, Türkiye), Türk halk ozanı ve halk müziği şarkıcısı. Abdallık geleneğinin son büyük temsilcisi. Yaşar Kemal, Ertaş'ı "Bozkırın Tezenesi" olarak adlandırmıştır.
Bir tiyatro eserinden çok Neşet Ertaş'ı daha yakından tanımak için güzel bir fırsat, bir anma gecesi, bir konser, bir müzikal. Bıraktığı eserlerin hikayelerini bilmek her şeyi daha anlamlı kılıyor. Neredesin Sen' i annesine yazdığını bilmiyordum örneğin.

İki anlatıcı var: İlki Alpay Ulusoy, Onu Teneke' de kasabaya gelen genç kaymakam olarak izlemiştik daha önce. Burada da şive, duruş, yürüyüş, mimikleri ile oldukça başarılıydı. Diğeri ise daha çok Neşet Baba' nın müzikal yanı Mert Kılıç, sesi ve sazı ile Küçük Tiyatroyu ağlattı. Çok güçlü bir sesti çok beğendim. Kendisi hakkında internette fazla bir bilgi edinemedim ama :)

Dekor olarak kullanılan 5 küp hareketli panel ve onlara yansıtılan dijital görüntülerin beni çok tatmin etmediğini belirtmeliyim. 
Temsilin ilk gösterimlerinde yer alan ve Neşet Ertaş'ın hayatında önemli bir rolü olan, bir çok türküsünün muhattabı Leyla karakterini görememek beni üzdü açıkçası. Anlatımda Leyla' ya sanki az değer vermiş Leyla' yı aslında sevmemiş gibi söylemlerin bulunması da şaşırttı. Oysa ben Neşet Baba' nın Leyla' ya nasıl aşık olduğunu, onunla evlenmek için babasını karşısına alıp, küstüğünü okumuştum. Hatta babası ile o dönemde yazdıkları atışmaları beni çok heyecanlandırmıştı. Almanya' ya gidişi de bir sağlık sorunu nedeni ile olmuştu. Gece hayatı, sigara, alkol onu yormuştu çünkü. Ama o kısmı da sanki söylemekten çekinmişler. Hep merak etmişimdir sanatı hücrelerine dek hissedenlerin, deha düzeyindeki bilim insanlarının sağlıklarını hiçe sayan yaşam tarzları bir tesadüf müdür?

Neşet Baba acaba izlese ne hissederdi diye düşünmekten alamadım ben kendimi. O halk ozanı o duygusal insan geçmişinin önemli taşlarının yerle yeksan olduğu böylesi eksik bir hayat hikayesi için üzülürdü bence. Onu Neşet Baba yapan kendi deyimi ile gönüllerin hizmetkarı yapan bu deneyimler değil mi?

Ve akılda kalan bir kaç cümle:


- O köyden bu köye göç ederdik taşıyacak eşyamız, malımız yoktu; taşıyacak tek yükümüz sevdamızdı. 

- Yoksulduk, elbiselerimiz yıkanınca giyecek başka bir şey olmadığı için kuruyana kadar yorganın altında titrerdik. Her şeyimiz tek, yedeği yoktu; sevdamız da tekti. 

- Kadın başkadır bizden; biz insanoğluyuz, kadın insandır. 

- Kadın ana iken verdiğini, yar iken ister. Onun için iki büyük nimetim var; biri anam, biri yarim. 

- Ben ölünce arkamdan öldü demeyin, atına binip gitti deyin.




Çocuklarda Popülarite Arzusu

$
0
0
Bir gün 10 yaşındaki kızım yanıma geldi ve 'anne ben popüler olmak istiyorum' dedi. Bu konuda biraz sohbet edince isteğinin sınıfında ilgi görmek olduğunu anladım. Aslında içe kapanık, sessiz bir çocuk değil ama daha fazlasını istiyordu. Herkes onu sevsin, herkes çevresinde toplansın, hepsi bir yanından çekiştirsin, sınıf başkanı olsun, birinci olsun, telefonu olsun, en güzel kıyafetler onda olsun, olsun da olsundu. 
Kendimi düşündüm ilkokul sıralarında. Biri beni fark edecek diye öndeki arkadaşımın arkasına saklanırdım. Sessiz, sedasız, ürkek çocukluğumun satır aralarında özgüven eksikliği bangır bangır bağırıyordu. Sonraki yıllarda da önde olmak, farklı olmak, dikkat çekmek benim için hep kaçınılması gereken bir durumdu. Sessizliğimi seviyordum. Beni fark edenler gerçekten benimle ilgilenenlerdi. Bugüne değin de hep böyle oldu, kendimi kimsenin gözüne sokmaya, öne çıkmaya çalışmadım. Hiç de yalnız kalmadım, çevremde hep arkadaşlarım dostlarım oldu.

Yani kızımın arzusu bana dağlar kadar yabancı bir durumdu. Nasıl popüler olunur bilmiyordum. Çocuklar sınıflarında gruplar kuruyor, gruba almalar, gruptan atmalar yaşanıyordu. Kimilerinin telefonu, kiminin fiziği, kiminin çalışkanlığı, kimilerinin yaptığı spor, kiminin ingilizcesi popüler olmalarını sağlıyordu. Bazıları çok espriliydi, hep yeni oyunlar buluyordu ondan popülerdi. Bazı çocukları ise maalesef dışlıyorlardı. Çocuk yetiştirmede ana rotamız erdemli, hakkaniyetli, iyi, dürüst insanlar yetiştirmekti. Kızımın bu isteği beni biraz üzdü. Demek çocuklarımız erken yaşlarda popüler kültürden nasiplerini almaya başlamıştı. Çocukların çoğunluğu benzer kaygılar içerisinde olabilirdi. 

Gerçekten okul sıralarında nasıl popüler olunurdu. İnternet bunda da imdada yetişiyor, popüler(yeni lugatta popi) olmak isteyenlere bin bir türlü reçete sunuyordu. Biraz daha büyüyüp, eline telefonu alanlar ise aldıkları beğeni sayısına göre popülaritelerini ölçüyorlardı. Popülarite uğruna sosyal platformlarda düşünülmeden yapılan paylaşımlar tehlikeli sonuçlar doğurabiliyordu. Şimdilik internetten uzak ve güvendeydik ama yakın zamanda internetli bir akıllı telefonları olduğunda bizim bihaber olduğumuz sosyal hesapları olduğunda neler olacaktı. 
Kızımla konuşmalarım öncelikli olarak onu anlamak üzerine oldu. Ona göre popüler kişiler; tanınan, gündemde olan, özenilen, onun gibi olmaya çalışılan, kendini diğerlerinden farklı gören kişilerdi. Popüler olmak, tam olarak çalışkanlık değil (keşke olsaydı), güzellik değil(neyse ki), havalı olmak değil, bazı özel yeteneklere sahip olmak da değil; Ancak tüm bunların karışımı olan farklı, ışığı olan, dikkat çekici bir kişi olmaktı.

Sonraki konuşmalarımızda; 
insanın kendisi olmasının önemi, 
gerçek dostlukların özellikleri, 
seni olduğun gibi seven insanların gerçek arkadaşların olduğu,
bilim, sanat ya da bir başarı ile elde edilmemiş popülaritenin aslında içi boş, sürdürülmesi zor bir durum olduğu, 
asıl olanın toplumun takdirini kazanan davranışlar olduğu, 
başkalarının beğenisine göre değil kendi doğrularına göre hareket etmek gerektiği,
sınıfımızda dışlanan arkadaşlarımız varsa onları tekrar aramıza almanın ne güzel olabileceği, 
tüm insanların farklı özellikleri ile eşsiz ve güzel oldukları, 
toplumun insandan başarıları ile söz etmesinin arzulanır olması gerektiği ve şimdi aklıma gelmeyen doğruluk, dürüstlük, saygınlık, yardımseverlik gibi kavramlardan bahsettik.

İşe yaradı mı bilmiyorum. Bazen ailemi alıp kaçıp gitmek istiyorum. Modern insanın kelepçelerinden kurtulup, bize empoze edilen bu kültüre savaş açmak, hayatımızı kolaylaştırdığı iddia edilen onca teknolojik ürünü elimin tersiyle itip, mümkün olduğunca doğal bir hayata dönebilmek. Yazması ne kadar kolay, yapması ise neredeyse imkansız...

Görseller: Nicoletta Ceccoli

Aslan Asker Şvayk

$
0
0
ASLAN ASKER ŞVAYK | Eskişehir B. B. Şehir Tiyatroları
1 perde | 1 saat 10 dakika                                                               Yazan : JAROSLAV HASEK | | Yöneten : YUNUS EMRE BOZDOĞAN
KONU : Dünyanın yeniden paylaşıldığı bir savaşta, romatizmalı bacaklarıyla cepheye çağrılan, kendi tabiriyle budalalığı raporlanmış, geveze, sakar bir köpek satıcısı olan Şvayk, tüm saflığıyla verilen emre uyar ve koltuk değnekleriyle cepheye varmak için yola çıkar. Cepheye ulaşma hikâyesi boyunca gevezelikleri ve budalaca davranışları yüzünden başına olmadık işler gelir. Ama hepsini geride bırakmayı başararak savaşın tam ortasında bulur kendini. Yalan söylemeden, korkmadan. Hep gülümseyerek… Fark edemez savaşın saçma sapanlıklarını, mantıksızlıklarını. Bilemez acısını. Oysa savaş her şeyin mubah olduğu yerdir. Kötüdür. Korkunçtur. Güzel olan hiçbir şey yoktur savaşta. Acı vardır. Korku vardır. Ölüm vardır. Ama bunları bilemez Şvayk. O düşman askerinin üniformasını giyerek, neler hissettiğini anlamaya çalışan bir askerdir. Düşman asker üniformasından insaniyet çıkaran budala bir askerdir.
OYUNCULAR: Sermet Yeşil- Ercüment Yılmaz-İsmail Dündar-Umut Bazlama-H.Tolga Tümer-İlkyaz Arslan-Özgün Can Karaburun-Ceyda Çınar Onbul-Orçun Ertaman
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının üç günlük Ankara turnesinin ilk gününe hem de C sırasından bilet bulup, bu oyunu Küçük Tiyatroda izleyebildiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum. 
İzin verirseniz anlatayım efendim :) (Bu bir tekrarlayan Şvayk repliğidir.)

Oyun; 1.Dünya Savaşının çıkışı esnasında Şvayk adlı bir askerin başından geçen trajikomik olayları anlatıyor. Saf, budala, sakar, geveze ve romatizmalı bir asker olan Şvayk'ın başı yaptıkları ve söyledikleri yüzünden bir türlü dertten kurtulmasa da bir şekilde olaylardan sıyrılmayı başarabilmektedir. O saf duyguları ile vatanı için savaşmaya can atan hevesli bir askerdir. 
Oysa savaş her şeyin mubah olduğu yerdir. Kötüdür. Korkunçtur. Güzel olan hiçbir şey yoktur savaşta. Acı vardır. Korku vardır. Ölüm vardır. Ama bunları bilmez Şvayk. O düşman askerinin üniformasını giyerek, neler hissetttiğini anlamaya çalışan bir askerdir. Düşman asker üniformasından insaniyet çıkaran budala bir asker.
Asker acıkmaz, asker uyumaz, asker yorulmaz, asker ölür emirleri ile savaşın ön saflarına sürülen birliğinde bile empati kurabilmek adına düşman üniforması giyerek idam cezası alabilmeyi başarmış olan kahramanımızın son repliği unutulmayacak: 'Savaşın çocukluğunu biliriz efendim, elimizde büyüdü.'
Sermet Yeşil'i aslında hepimiz bir çok diziden tanıyoruz :
2016 Gülümse Yeter (Ahmet)
2014 Karadayı (dizi) (Sarı Cemal)
2014 Sûret (kısa film) (Âdem)
2014 Muhteşem Yüzyıl (Safeviler Devleti Şahı Şah Tahmasb)
2013 Leyla ile Mecnun (Joker)
2013-2014 Eski Hikaye (Cengiz Timuçin)
2012-2013 Şubat (Deli İbrahim)
2011 Mor Menekşeler (dizi) (Payidar)
2011 Leyla ile Mecnun (Ahmet Doğru)
2010 Gönülçelen (Mahir)
2010 Gişe Memuru (Artun)
2010 Behzat Ç. (Ahmet)
2009 Kosmos (Kosmos)
2006 Hiçbiryerde (Halim)
1999 Kaç Para Kaç (Çırak)
Sermet Yeşil o kadar başarılı bir performanstı ki, gülümseyen yüzünü zihnimden silip atamıyorum. Çok ama çok beğendim. Sadece o mu tüm ekip çok profesyonel, çok uyumlu, çok başarılıydı. Müzikler ve kostümler, dekor, arka plan kum çizimleri tek kelimeyle bir bütün bir ekip çalışmasıydı. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarını bu mükemmel sanat şöleni nedeniyle tebrik ediyorum. 
3 günlük Ankara turnesi biletleri tükenmiş olsa da bu antimilitarist savaş öyküsünü ya okuyun ya da yolunuz Eskişehir' e düşerse Şehir Tiyatroları programına göz atmadan geçmeyin derim. Yaşasın sanat, yaşasın tiyatro!

Şubat

$
0
0
Hayatı hırsla kovalıyoruz, hiç huzurumuz yok. Bu telaşın içinde yok olup gidiyoruz. Arzularımızı, hedeflerimizi, hırslarımızı kovalarken de sevdiklerimizi asla kaybetmeyeceğiz sanıyoruz. Oysa en çok ve en sert, bir şeyleri kaybedince kavrıyoruz hayatın gerçekliğini. Her şey alt üst olup, önem sıralaması tepetaklak olunca bir daha eskisi gibi olamayacağımızı anlıyoruz. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ama yaşamaya, nefes almaya devam edeceğiz. Bakışımız, duruşumuz değişecek ama bu hayatta olmaya devam edeceğiz.

Kaybetme korkusuyla yaşamak insanı olgunlaştırır. Kaybedecek bir şeyi olmayanlar ise korkmazlar. Ne tuhaf, korkularımızdan ancak sahip olduklarımızı kaybedince kurtulabiliyoruz. Ne kadar az şeye sahipsek kararlarımızda, tercihlerimizde o kadar cesur oluyoruz. Bu cesaret kendini hiçe sayan bir cesaret. Her seferinde canının yanacağını bilsen de kendinde ne kaldıysa onu vermeye hazır olmak gibi. Acı çekmek, üzülmek kötü. Ama acı çektiğini kimsenin bilmemesi çok daha kötü. 

Yalan en büyük paradokstur. Kendine inanmazsan yalan söylersin, yalan söylersen kendine güvenemezsin. Yalanlarına kendin inanıp doğruyu yanlışı ayırt edemez olursun. Hepimiz bir gün yalanlarımızla baş başa kalacağız. Yalnız kalacağız. Yalnızlık upuzun sapsarı bir buğday tarlasına bakmak gibidir, hiç bir teknenin uğramayacağı sapa bir koy gibi. Kalabalıklar içinde yapayalnız hiç kimsenin fark etmediği, varlığını ispatlayamayan. görünmez bir insan olmak ne büyük çaresizlik.
Çoğu zaman gerçeklerden kaçıyoruz. Gerçekleri göz ardı edip, korkakça sürüyü takip ediyoruz. Gerçekleri görmek için gözlerimizle değil vicdanımızla kalbimizle bakmamız gerektiğini unutuyoruz. Bir sabah hepimiz yanlış bir masalda olduğumuzu anlayacağız. İyiliklerin kuma yazıldığı, kötülüklerin taşa kazındığı, iyilerin haksızlığa uğrayıp, kötülerin yüceltildiği bu masaldan uyanmak ise çok zor olacak.

Not:Aslan Asker Şvayk' dan sonra oyunculuğundan çok etkilendiğim Sermet Yeşil' i araştırırken tanıştığım bir dizi 'Şubat'. 2012-2014 yıllarında TRT1 de yayınlanmış. İzlemeye devam ediyorum. Her bölümün başında Musa Uzunlar'ın kısa bir konuşması var. Etkileyici... Etkilendiklerim ile harmanlanmış bir iç döküş yazısı bu.
Görsel: jose de la barra




Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe

$
0
0

YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE | ANKARA DT
2 perde | 2 saat 10 dakika
Yazan : ORHAN ASENA | | Rejisör : A. SİNAN PEKİNTON

KONU
Kanuni Sultan Süleyman’ın iki oğlu/şehzadeleri ve Osmanlı töresi arasına sıkışan dramatik öyküsü Bir yanda atak, güçlü, töreye, geçmişe karşı duran bu uğurda yanmaya, kendi trajedisini yaşamaya hazır şehzade Beyazıt; diğer yanda sakin ve sabırla beklemesini bilen, Sarı Selim.
Bu iki güzide şehzadenin aralarında başlayan iktidar/taht yarışı ve yine bunların arasında kalan, sıkışan, acı çeken; anneleri Hürrem Sultan.
Ancak her şeyi belirleyen: Kim ne yönde adım atsa, bunun diğerinin yok olması anlamına geldiği, Osmanlıyı var eden, geleceğe taşıyan mutlak egemenlik anlayışı.
Öte taraftan tüm bunları dışarıdan şekillendirmeye çalışan, saray içinde entrikalar…

OYUNCULAR
OKAN ŞENOZAN-MELTEM BAYTOK-CEBRAİL ESEN-ENGİN ÖZSAYIN-NECMİ ÇAVDARLI-MEHMET DEMİRALP-EREN ORAY-UFUK ŞENER-MERAY TUNÇ-NAZİFE OĞLAKÇIOĞLU-İRFAN BUZCU-ORKUN HUYLU-ORHUN ÜSTÜNER-GÖKHAN YÜKSEL-EZGİ KARACA-NAZLI KUTLUYIL-DİNE ALTIOK-GİZEM KOÇER-SEZİN ERKMEN-A. ERSEN OCAK-ANIL ÇETİNKAYA-FATİH EVREN DALKIRAN-UĞUR SERCAN KARATAŞ-SERCAN SEVİNİK-İBRAHİM DENİZ DURU

Tiyatro sezonu bitiyor artık, Mayıs ayı yaklaştıkça strese girmeye başladım. Bu oyunu Akün Sahnesinde izledim. Yerimiz çok güzeldi ve tüm sahneye hakimdik. Hala Hürrem ve oğullarından bıkmamışım hala saray içi entrikalar beni hayrete düşürüyor. Hayatların tek insanın ağzından çıkan kelam ile bitirilmesi, can korkusu, taht savaşları. 
'Ya devlet başa, ya kuzgun leşe' bana çağrıştırdığından çok farklı bir anlam buldu oyunu izlerken. Ya devletin başındaki yetkililer gerekli sert tedbirleri alacak ya da çakallar devlet içine sızacak gibi bir şey düşünmüştüm ama 'ya devletin başına geçeceğim ya da kuzgunlar leşime gelecek, yani öleceğim' anlamındaymış. Keskin bir ayrım ya tahta ya tabuta...
Yazarımız, 1922-2001 yılları arası yaşayan Orhan Asena, Diyarbakırlı bir ailenin oğlu. İstanbulda tıp eğitimi almış bir çocuk doktoruymuş. Yaşadığı yıllara onca başarı ,eser ve ödül sığdırmayı başaran Orhan Asena ‘Devlet Sanatçı’ ünvanını da 1998 yılında almış. Yazarın taht ve baht dörtlemesi adını alan dört oyununun üçüncüsü olan “Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe’’ adlı oyunda Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları Bayezid ve Selim arasındaki taht kavgası işlenmiş.
Haksız yere öldürülen Şehzade Mustafa’ dan sonra başlayan Beyazıt ve Selim arasında kıyasıya yaşanan taht mücadelesinde anne-baba olmak ile devletin başı olmak arasında yaşanan duygusal iniş çıkışlar, tereddütler... 
Kanuni Sultan Süleyman performansı ile Okan Şenozan temsilin imzasıydı diye düşünüyorum. Çok başarılıydı. Kanuni' nin kendisi gelse o ihtişamı yansıtamazdı. Onu Unutma Beni dizisinden hatırlıyorum. Zaten çok akılda kalıcı bir siması var. 
Hürrem Sultan performansıyla Meltem Baytok'ı ise Deniz Yıldızı dizisinden hatırlıyoruz. Hem hareketleri hem diksiyonu, sesini kullanışı başarılıydı. 

Bol aksiyonlu ve konunun etrafında döndüğü Şehzade Beyazıt performansını Cebrail Esen(Ankara Devlet Tiyatroları Müdürü) canlandırıyor. Bu rolü farklı biri oynasa nasıl olurdu diye düşündüm. Mimikler, tonlama, diksiyon, beden dili nedense rolle çok örtüşmedi gibi geldi bana. 

Yan roller Rüstem Paşa (Engin Özsayın), Lala Mustafa Ağa( Necmi Çavdarlı), Sokullu Mehmet Paşa (Mehmet Demiralp), Düzmece Mustafa (Eren Oray), Şehzade Selim (Ufuk Şener), Mihrimah (Meray Tunç) ve diğerleri gayet başarılı uyumlu güzel bir ekip çalışması çıkardılar.

Kostümler ve müzikler ayrı bir alkışı kesinlikle hakediyordu. Minimal dekor ve ışık uyumlu ve başarılıydı.

Sadece Okan Şenozan için bile rahatlıkla gidilip, keyifle izlenip, memnuniyetle eve dönülebilecek güzel bir temsildi :)

Dudak Yeme, Tırnak Koparma Alışkanlığı

$
0
0
Küçüklüğümden beri baskı altındayken, üzgünken, heyecanlıyken, kaygılıyken dudaklarımı minik minik yediğimi hatırlıyorum. Tırnaklarım konusunda da annemden çok sık uyarı alırdım. Tırnaklarımı yutmazdım ama kenarlarını koparmadan duramazdım. Zaten bu tip alışkanlıklar, çocukluk yaşlarında başlayan, ileri yaşlara kadar devam eden vazgeçilmesi zor alışkanlıklarmış. Bunu öğrendiğim zaman çocukları gözlemledim acaba onlarda da benzer davranışlar var mı diye. Erken yaşlarda önüne geçilirse bir yetişkin olduklarında benim konumumda olmazlardı belki.
Öncelikle bu davranışların sebepleri tartışmalı olsa da; psikolojik, çevreyi taklit etme ile kazanılmış veya genetik yatkınlık ile çok etkenli olabileceği söyleniyor. Tırnak yiyen çocukların genellikle ebeveynlerinden birinde tırnak yeme ya halen devam etmekte veya önceden tırnak yeme öyküsü olabilmekteymiş.

Peki bu davranıştan nasıl kurtulacağız. Yetişkinler için bile vazgeçmek zorken, çocuklarımızı nasıl vazgeçireceğiz?
Yetişkinlerde bu alışkanlıklardan kurtulmak için karar vermek, kararlı olmak, öz kontrol ve güçlü bir irade yeterli olabiliyor. Kendinizi dudaklarınızı kemirirken yakalarsanız hemen durup bir sakız çiğnemek işe yarayabiliyor. Tırnaklarını dişleri ile koparanlar için yanında her zaman bir tırnak makası taşımak ve rahatsız edici bir şey hissettiği anda hemen tırnak makasını kullanmak faydalı olabiliyor. 
Ama çocuklardan böyle bir irade beklemek işe yaramayacaktır. Onları her seferinde uyarmak, kızmak, eline acı bir şeyler sürmek çözüm olmayacaktır. Çocuklar için en etkili yol bu sorunun altında yatan nedenleri tespit edip onları ortadan kaldırmaya çalışmak.
Tırnaklara krem sürmek, elin güzel görünmesini sağlamak, eldiven kullanmak, dudak yemek yerine sakız çiğnemek, elleri oyalamak farklı yöntemler olarak kullanılabilir.

Eğer kullandığım görseller iştahınızı kabarttıysa bu lezzetli alışkanlıkla ilgili bir magazin haberi ile konuyu noktalayalım :)
Araştırmacılar ve psikologlar uzun yıllar boyunca tırnak yemenin, stres kaynaklı olduğunu düşündü. Ancak son araştırmalar, aksini görterdi. Montreal Üniversitesi'ndaki bilim insanları, bu davranış bozukluğunun, "mükemmelliyetçilik" duygusuyla ön plana çıktığını vurguladı. "Tutkulu" ve "zeki" insanların tırnak yeme eğilimi gösterdiği açıklandı.
Not: Tabi ki bu işin eğlenceli kısmı. Dudak ve tırnak yemek vazgeçilmesi gereken zararlı alışkanlıklardır.



Profesyonel

$
0
0
PROFESYONEL | İSTANBUL DT
1 perde | 1 saat 45 dakika
Yazan : DUŞAN KOVAÇEVİÇ | Çeviren : BAŞAR SABUNCU, BİLGE EMİN | Rejisör : IŞIL KASAPOĞLU
KONU
Dünyaca ünlü Sırp yazar Duşan Kovaçevic, Yugoslavya’daki büyük dönüşümden önceki ve sonraki toplumsal-politik yaşamı, bir entelektüelin yaşamöyküsü içinde, karakomedi türünde ve ironik bir üslupla anlatıyor. 40 yaşlarında bir edebiyat adamı, bir sekreter ve bir gizli polisin süprizlerle dolu soluk soluğa izlenecek hikayesi.
Not:
2010 Afife Tiyatro Ödülleri - Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu - Bülent Emin Yarar
2010 8. Tiyatro Ödülleri - Yılın Erkek Oyuncusu - Yetkin Dikinciler

OYUNCULAR :BÜLENT EMİN YARAR-YETKİN DİKİNCİLER-GÜLEN ÇEHRELİ-CENAP OĞUZ

İstanbul Devlet Tiyatrosunun 7 sezondur gösterimde olan ve bilet bulmakta en çok zorlanılan bu muhteşem oyununu Şinasi Sahnesinde izlemek muhteşemdi. Oyunun adı profesyoneldi, oyuncular ordinaryüs :) Bazı insanların bu kadar yetenekli olması bazen size de haksızlık gibi gelmiyor mu? :))
Metin o kadar ilgi çekici, zekice planlanmış ve şaşırtıcı ki merakla bekliyorsunuz her anını. Tek perde 2 saat su gibi akıp geçiyor. İzleyici ile girilen minik diyaloglar,mimikler ve göz temasları oyuncularla güçlü bir bağ kurmanızı sağlıyor. Oyunun başında Theodor(Yetkin Dikinciler) kendini tanıttıktan sonra bir izleyiciye dönüp diyor ki: 'Bugün biri gelip geçmişinizi değiştirebilir mi?'İşte bu soru da zaten oyunun iskeletini oluşturuyor.
Oyun Yugoslavya’da Tito sonrası Miloseviç döneminde geçiyor. Theodor, Tito dönemindeki komünizmi acımasızca eleştiren bir yazarken,  Miloseviç döneminde genel yayın yönetmeni görevine getiriliyor.Luka(Bülent Emin Yarar), emekli bir polistir. Tito ve komünizm karşıtı söylemleri yüzünden fişlenen Theodur’u 18 yıl boyunca takip etmiştir. Takip etmekle kalmayıp önceleri Theodor’un katlinin vacip oluğunu düşünmüş hatta amirlerine bu konuda önerilerde bulunmuştur. Birkaç kere de öldürmeye niyetlenip çeşitli sebeplerle başaramamıştır. Edebiyat öğretmeni olan, derslerinde Theodor’un kitaplarını okuttuğu için ülke dışına çıkmak zorunda kalan oğlu Miloş sayesinde zamanla Theodor’u öldürmekten vazgeçip farklı bir gözle bakmaya başlamıştır. Hatta ölümden kurtardığı bile olmuştur.Luka elinde bavulu, evrak çantası ve dört adet ciltlenmiş kitap ile Theodor’un ofisine gider. Theodor, Luka’yı küçümser. Elindeki ciltlenmiş kitapların basılmasını isteyen yazar adaylarından olduğunu zanneder. O kitapların 18 yıl boyunca yaptığı konuşmaların yazıya aktarılmış hali olduğunu öğrendiğinde, bavuldan çıkan kendisine ait eşyaları gördüğünde geçmişiyle yüzleşir.
Sade, doğal ve dönemi yansıtan tarzı ile dekoru çok sevdim. Eğlenceli yorumu ile yönetmen Işıl Kasapoğlu' nun ellerine sağlık. Metin zaten eğlenceli iki büyük usta da tüm güler yüz ve dinamizmi ile oyunu estirip coşturuyorlar. Bülent Emin Yarar hiç bitmeyen enerjisi ve o muhteşem oyunculuğu ile, Yetkin Dikinciler o muhteşem sesi, dev gibi cüssesi ile kendisine hayran bırakıyor ve unutulmayacak bir tiyatro gecesi yaşatıyorlar izleyiciye.
Oyuna grup olarak gidince de biraz bekleyip ustalarla fotoğraf çektirmek bizim için hoş bir anı oldu. Keşke dedim Musa Uzunlar' la ile de çektirseymişim :)))


Bu oyun ile birlikte bu sene izlediğim 11. temsil oldu. Benim için oldukça verimli bir tiyatro sezonuydu. Belki Mayıs ayında son bir oyun ile sezonu kapatırım. Yaşasın tiyatro, diyorum :))

16 Nisan 2017

$
0
0
Bir kez daha tarihe tanıklık ettik.
Yeni anayasa referandum ile kabul edildi.
Bu anayasaya yurt içinde :
23.916.013 kişi EVET (50,98)
23.000.145 kişi HAYIR (49,02) derken yurt dışından gelen oylarla toplamda :
24.747.056 kişi EVET(51,21)
23.576.573 kişi HAYIR(48,79) dedi. 
Yurt dışındaki vatandaşlarımızın %60'ı EVET demişler. Sonuç olarak yurttaşlarımız tam ortadan ikiye bölünmüş durumda. 
Şanslı bir nesildik, okullarımızda tarihimizi, yazları gittiğimiz Kuran Kurslarında dinimizin güzelliklerini öğrendik. Bizleri yetiştiren öğretmenlerimiz, annelerimiz babalarımız görevlerini layıkıyla yerine getirdiler. Bugünün anneleri olarak bizim vazifemiz; ülkesini, milletini, tarihini seven, bayrağındaki kırmızının idrakına varmış, dininin güzelliğini, Allah sevgisini bilen, hukukun üstünlüğünü, adaletin herkes için olduğunu, demokrasiyi, demokratik haklarını bilen, güçten değil haktan yana olan, laikliği, güçler ayrılığını benimsemiş vazifeye hazır gençler yetiştirmek. Yetiştirmek ki bu bayrak yarışı, görev teslimi devam edebilsin. 

Dön Dünya

$
0
0
Bir eğitim kaçamağı. Çok az bildiğim ama her seferinde beni büyüleyen bir şehir İstanbul. Beş günlük eğitimin sadece yarım günlük serbest zamanına sığdırabildiklerimiz :)
Ardından ailemle birlikte bir masal diyarına Amasra' ya gitmek iyileştiriciydi.
Kuş Kayası Yol Anıtı, Bakacak Seyir Tepesi ile Amasra' ya giriş yapmak, bir kitabın arka kapağını okumak gibi.
Sonrasında Amasra Kalesi ve Ağlayan Ağaç. Ağlayan ağacı hepimiz çok merak etmiştik ama ağaç ağlamıyordu :) Yine de oradaki kafede soluklanıp, bir çay eşliğinde manzarayı izlemek çok güzeldi. 
Küçük Liman, Büyük Liman, Tavşan Adası' nı 40 dakikalık mini tekne turu ile izlemek güzeldi, tavsiye ediyorum.

İstanbul' da da Eminönü' nden kalkan boğaz turları şehrin azameti, dokusu ve İstanbul hakkında duyduğum tüm yerlere toplu bir bakış için harika bir deneyimdi, bir Ankara' lı olarak demeden geçemeyeceğim.
Fatih' e, Amasra' yı fethetmek üzere yola çıktığında Bakacak Tepesindeki manzara karşısında hocası Akşemseddin'e "lala lala çeşm-i cihan bu mu ola" sözlerini ettiren bu güzel şehri çok ama çok sevdim. Mengen Devrek arasında yeşilin her tonunu gördüm. İnkumu Plajı görülesi ve güzeldi. Çocuklarla kolay hareket etmek neredeyse yetişkinlerle olan gezilere yakın bir tecrübe yaşamak ayrıca umut vericiydi :) 

Yeşil Mercimek Çimlendirme

$
0
0
Doğanın içindeki sonsuz mucizelerden biri de bir tohumun çimlenmesi. Artık yeşil mercimeklere bakışım değişti. Onlar içlerinde hayat ve büyüme potansiyeli barındıran birer canlı :) Sevgili Derya' da gördüm ilk olarak, sonra gözat dediği yere göz attım ve mikro herküllerle işte böyle tanıştım.
1-Bir bardak yeşil mercimeği güzelce yıkayıp temiz bir kavanozda tamamen suyun içerisinde 1,2 gün bekletiyoruz. Kavanozun kapağı yerine tülbent tipi bir geçirgen bez kapatıp laslikliyoruz.
2-Yavaştan filizlenmeye başlayınca artık kavanoza günde 2 kez su doldurup boşaltıyoruz. Bir çeşit sulama şeklinde düşünülebilir.
3-Bu şekilde 4,5 gün filizler istediğimiz boyuta gelene kadar sulama işlemine devam ediyoruz.

Çocuklar için de benim için de mercimek filizleri yetiştirmek farklı bir deneyimdi.
Ve sonuç :) 
Salatadan yemeklere, kısırdan çorbalara çiğ ya da haşlayarak her şekilde tüketilebilecek mikro herkülleriniz hazır. Faydaları ise saymakla bitmiyor. Buraya da göz atmanızı önerir, sağlıklı günler dilerim :) 




Uçan Çay Poşeti - Kola Mentos

$
0
0
Uçan Çay Poşeti
Deney için gereken malzemeler:
-Poşet çay
-Çakmak
-Makas
-Zeminin zarar görmemesi için tabak
Deneyin yapılışı:
Çay poşetinin iplik olan ucunu makasla kestik. Poşetin içindeki çayı boşalttık. Çay boşaldıktan sonra, poşeti iki ucu açık silindir bir boru haline getirdik. Silindir şeklindeki çay poşetini dik duracak şekilde çay tabağının üzerine koyduk. Daha sonra poşeti üst tarafından yaktık. Poşet neredeyse tamamen yandığında kalan kısım birden havalandı. Gerçekten çok heyecanlı bir an :)))

Açıklama:
Okul çağı çocuklarına sebebini açıkladık :) Kağıt boru yandıkça içindeki hava genişler ve yukarı doğru yükselir. Kağıt da yandıkça hafifler ve bir yerden sonra hava akımının kuvveti kağıdın ağırlığına üstün gelir. Bu aşamada kağıdın kalan kısmı yükselmeye başlar, aynı sıcak hava balonlarında olduğu gibi. 

Kola Mentos
Deney için gereken malzemeler:
-Mentos şeker(meyveli veya naneli) – 4 adet
-Diet Kola veya Zero– (1 lt yeterli)
-Kola kapağını delmek için bıçak
Deneyin yapılışı:
Kola şişesinin kapağına bıçakla artı şeklinde küçük bir kesi yaptık. 4 adet mentosu şişenin içine atarak hızla kapağı kapattık. Deneyi yaparken ortalık batmasın diye banyo küvetini tercih ettik :) Baya bir tazzikli, şişe bitene kadar süren fışkırmayı keyifle izledik.

Açıklama:
Bunu çocuklara açıklamak epey zor ben bile sebebini tam anlayamadım :) Ama kitabi bilgisi var: 
Sert ve delikli yüzeyi olan Mentos, diyet kola şişesinin içine atıldığında, su meloküllerinin çekim gücü yok oluyor ve hızla köpük oluşuyor. Mentos içindeki “Akasya sakızı” suyun yüzey gerilimini hızla düşürüyor. Yüzey geriliminin hızla düşmesine diyet koladaki tatlandırıcı madde aspartam, ekstra katkı yapınca, hızlı köpürme ve tazyikli fışkırma gerçekleşiyor.

İki deney de evde kolaylıkla yapılacak türden, denemediyseniz deneyin, özellikle uçan çay poşeti çok eğlenceli :)))


Ben Seninle Başarısızlığa da Varım!

$
0
0
Efsane Behzat Ç. dizisinden zihnime kazınan; Cemal Süreyya' nın 'kim istemez mutlu olmayı, mutsuzluğa da var mısın?' sorusuna cevaben: 'biz de mutsuz oluruz, ben seninle mutsuzluğa da varım' cümlesi. 
Başarıyla, temelsiz öz güven ile şişirilen çocuklarımız. Her çocuk en az bir enstrüman çalacak, en az bir yabancı dil bilecek, bir sportif, bir sanatsal hobisi olacak, başarısız çocuk yoktur, iyi yönlendirilmemiş çocuk vardır :) sloganları ile bangır bangır bağıran özel okullar. Koşturan, kendini paralayan ebeveynler. Hangi özel okul, hangi kurs, hangi özel hoca araştıran, çocuklarına şoförlük yapma uğruna hafta sonlarını bloke eden, arkadaş yüzü göremeyen anne-babalar.

Madalyalar, başarı belgeleri, takdirnameler, not ortalamaları, kupalar, sertifikalar, katılım belgeleri ile dolu evler. Okulda sınıf temsilciliğine, kursta takım kaptanlığına seçilen, halk oyunları ekibiyle farklı şehirlere giden, yarışmalara, maçlara çıkan yüzlerce çocuğumuz. Gururdan, sevinçten ayakları yerden kesilen bizler.

Hiç sordunuz mu kendinize başarısızlığa da var mısınız? Biz de başarısız oluruz yavrum, ben seninle başarısızlığa da varım, diyebiliyor musunuz? Herkes başarılı olacak diye bir kural yok, ben seni her türlü severim, sen de başarısız ol ne çıkar. Sağlıklı ol, mutlu ol, neşeli ol, heyecanlı ol. Koşalım birlikte, top oynayalım, yüzelim, tatillere çıkalım, geyik yapıp gülelim. İlla herkesin yaptığını yapacaksın diye kim söylemiş, kim demiş başka çare yok diye, teog-üniversite sınavı tek çıkış kapısı diye. Bir çaresi bulunur elbet canım, ne çıkar biz de başarısız oluruz, ben seninle başarısızlığa da varım :)))

Kısa Mola

$
0
0
Geçen yaz olduğu gibi üç günlük tatilde Antalya' da kısa bir mola verdik. Erken rezervasyon otelleri iki çocuklu aileler için avantajlı oluyor. Aslında ben yazlıkçıyım, otelde uzun kalmak istemem ama üç gün için keyifli. 
Geçen yıla göre hava serindi, çocuklar kapalı havuzlarla bir süre idare ettiler. Bu tatilin bizim için en güzel tarafı kardeşler ve kuzenler buluşmasıydı tabi. 
Birbirlerini çok seviyorlar. Büyüyorlar ve onlar büyüdükçe tatillerde kendileriyle daha az görüşür olduk. Sadece haber veriyorlar ve gidiyorlar. 
Dönüşümüz biraz hüzünlü oldu. Çünkü Eren bizimle sadece bir gece kalıp, takım turnuvası finalleri için Çorum' a gitti. Bu ilk ayrılışımız biraz buruk, biraz hüzünlü. Anneanne ve babaanneden büyük fırçalar yesek de antrenörüne ve kulübüne güveniyoruz. Büyük deneyimlerle dönecek eminim.  

Çorum Neydi?

$
0
0
Çorum, Eren' in hasretine dayanamayıp hafta sonu için gittiğimiz bir Anadolu şehriydi.  
Günümüzden 7 bin yıl öncesine kadar uzanan bir tarihi olan Çorum’da, Hititlerin ilk başkenti Hattuşa bulunmaktaymış. Hitit uygarlığı Mısır Uygarlığı kadar eski ve zengin bir uygarlıkmış. Hititlerle Mısırlılar arasında yapılan Kadeş Antlaşması metin tabletleri Boğazköy’de bulunmuş.
Çorum, hazır gitmişken ve Eren' in 3 saat süren maçlarından çıkmasını beklerken kaldığımız otele çok yakın olan Çorum Müzesini gezmek demekti.

Çorum Müzesi şu ana kadar gezdiklerim arasında çok özenli ve en geniş tarih aralığına sahip eserlerin sergilendiği akılda kalıcı güzel bir müzeydi. 
Müzeye yakın olan Çorum Kalesi de görmek istediğimiz bir yerdi. Müzeden kaleye doğru yürürken hala yaşamaya çalışan bir meslek olan bakırcılığın izlerini gördük.

Şehir merkezinde yer alan ve Selçuklu mimari özelliği taşıyan Çorum Kalesi’ne ait ilk yazılı belgeler M.S. 1571 tarihliymiş. 16 yy. da Çorum’a gelen Evliya Çelebi şehrin kıble yönündeki kalenin Sultan Kılıçarslan tarafından inşa edilmiş bir Selçuklu yapısı olduğunu söylemiş. Kale içinde hala kullanılan küçük bir cami ile konutlar yer almaktaysa da biz kale içine girişin bir yolunu bulamadık maalesef.
Çorum' da bir gece Anitta Hotel'de konakladık. Hava oldukça yağışlıydı. Yine de ertesi gün Çorum saat kulesini görebilmek için merkeze yürüdük.

Çorum saat kulesi şehrin merkezinde ve minare stilinde yapılmış. Beşiktaş Muhafızı Çorumlu Yedi-Sekiz Hasan Paşa tarafından 1894 yılında yaptırılmış. Ve hala çalışıyor.

Dönüşte ise gözümüze Kubbeli Camii çarptı. Caminin kitabesi günümüze gelemediğinden ne zaman yapıldığı bilinmiyor. Yalnızca 1883 tarihinde onarıldığını gösteren bir onarım kitabesi varmış. Kare planlı caminin üzeri kubbe ile örtülmüş. Bu cami ile saatin duvarları sarı köfeki taşındanmış. Çok güzel bir uyum içerisinde ikisi de :) 

Çorum neydi, leblebilerimizi alıp güzel anılarla döndüğümüz tarihi bir şehirdi :) Ayrıca Çorum, sırf Eren' i görmek için gittiğimiz ama Eren' in takım arkadaşlarından hiç ayrılmayıp yüzümüze bile bakmadığı, gayet de kendi başının çaresine bakabildiği ve neyse ki gezilecek görülecek yerleri olup da bizde iyi ki de gitmişiz izlenimi bırakan güzide bir şehrimizdi :))))
Viewing all 432 articles
Browse latest View live